İNSAN GÖRDÜĞÜNE Mİ İNANIR?
Aslına bakılırsa, inanmakla görmek kavramları arasında doğrudan ilgi kurmak hiç de mantıklı değil. İman, görülenin değil görülmeyenin varlığını kabul etmektir, ancak o zaman bir kıymet ifade eder. Güneşi gösterip, “Sen bunun varlığına inanıyor musun?” diye sormanın saçmalığı ortada.
Olan şudur, biz bilerek inanıyorsak, görerek inanmaya başlarız.
Görünmeyene imanın öyle bir derecesi de vardır ki, görmek onda bir artış meydana getirmez. Perdeler açılsa da inandıklarımı gözlerimle görseydim inancımda bir artış olmayacaktı, diyenler var. Bu sözün gerçekliğini kabul etmek hiç de zor gelmiyor bana. Söz gelişi, hiçbirimiz Fatih’i, İstanbul’u fethederken görmedik, ama bu olguya kuşkusuz inanıyoruz…
Mümkün olsa da fetih gününe dönebilsek, olayları gözümüzle görsek, hatta savaşanlarla birlikte biz de savaşsak, “Fatih’in İstanbul’u fethettiği” gerçeğine olan imanımız artacak mıydı? Hiç sanmam… Bir nebze heyecanını tadacaktık, o kadar.
Garip bir mantık karşısındayız. Serçeler kuştur, öyleyse kuşlar da serçedir, demek gibi ya da serçe olmayanlar kuş da değildir, hükmünü vermek gibi bir akıl yürütme. Gördüğüme inanırım, inanmam gerekir, öyleyse görmediğime de inanmamam gerek, sözü de buna benzemiyor mu? Bir safsata işte…
Esasen görmeden inandıklarımız, görerek inandıklarımızdan, daha doğrusu görebildiklerimizden hiç de az değil. Söz gelişi, biz ne atomları, ne bakterileri, ne mor ötesi ışınları, ne de elektriği gördük, ama bunlara görür gibi inanıyoruz. Etkilerinden çıkarımlar yapıyoruz ya da bir grup ilim adamının “gördük” demeleri inanmamız için yeterli oluyor.
Burada şöyle bir itiraz gelebilir, “İyi ama bunları bazı, özel cihazlarla görmek mümkündür, görenler var” diyebilirler. Bu hiç bir şeyi kanıtlamaz. Biz, “kendi görüşümüzden” ve “kendi inancımızdan” söz ediyoruz. Çoğumuzun bu özel aletleri kullanmadığımız da ortada. Bakterilere inancımızın başkalarına güvenden kaynaklandığı gerçeğine gölge düşürmez.
BAKTERİLER örneğini biraz daha devam ettirmek istiyorum… Diyelim ki, mikroskop aygıtı bir anda yok oldu, bir benzerini de yapamadık. O zaman bütün bakteriler, virüsler, atomlar da yok mu olacak? Soruyu şöyle de sorabiliriz: Geçmiş çağlarda, henüz mikroskop keşfedilmediği için mikro canlılar görülemiyordu. Bunlar o zamanın insanlarının görüş alanı içinde yoktu, ama gerçekte de mi yoktu? Onlar, “bakteriler bizim görüş alanımız içinde değil” diyebilirler, ama “bakteriler yoktur” diyemezler.
Şu noktaya varmak istiyorum: İman konusunda görmek veya görmemek tek başına bir anlam ifade etmez, ancak bizi çok yönlü açmazlara düşürür. Biz, “Mesnevi” isimli kitabın mutlaka bir yazarının olacağına, olması gerektiğine aklımızla hükmederiz, ama yazarın isminin “Mevlana” olduğunu bilemeyiz. O zaman nakil devreye girer, onun Mevlana olduğunu söyler, biz de inanırız. Nitekim inanıyoruz…
Bu sözle, her söylenene körü körüne inanalım, demek istemiyorum. Eğer “görmediğime inanmam” diyorsak, o zaman ne “Mesnevi’nin bir yazarı olması gerektiğine inanabiliriz, ne de isminin “Mevlana” olduğuna.
Görmenin sınırlı olduğu, gözün her zaman yanılabileceği gerçeğini de göz ardı edemeyiz. Bunu uzun uzadıya açıklayacak değilim. Sadece göze güvenmenin bizi ne büyük yanlışlıklara, ne çok inançsızlığa götüreceğini hatırlamak bakımından şu misali söyleyip geçeyim:
Sen, güneşin döndüğünü, dünyanınsa durduğunu görüyorsun. Doğu ile batı arasında mekik dokuyan, dünya değil, güneş. Eğer göz tek ölçü ise, o zaman dünyanın durduğuna, güneşin döndüğüne inanman gerekir. Nitekim eskiden insanların ekseriyeti buna inanıyordu. Oysa gerçek ne kadar farklı!
Akıl, “Her eserin bir ustası vardır, kâinatın da bir sanatkarı olmalı” hükmünü verirken, ilahi kitaplar, “O sanatkar zat Allah’tır” derken, göz, şaşkınlık içinde, “Nerede, ben göremiyorum” diye sızlanmakta. Hangisine güveneceğiz? Benzeri hayvanlarda da bulunan göze mi, yoksa insanı diğer varlıklardan üstün kılan akla mı?
İşte konunun can alıcı noktası!
“Görmediğime inanmam” demekle, “ben gözlerimle düşünürüm” demek arasında fark yok.
Şu halde akıl ne işe yarayacak?
Aslında bilim, düşünen insanı, yaratıcının inkârına değil, kabulüne götürür. Çünkü mantık bize her eserin bir ustası olduğunu söyler. Dumanın ateşe delil olması gibi… Bilim adamları tarafından incelenen evren de bir eser. Elbet onun da bir ustası olacak… Sonsuz bilgisi, seçmesi, gücü olan bir yaratıcı…
“Görünür ya da görünmez bütün varlıklar Allah’ın eserleridir. Bilim adına incelediğin şu görünen dünyaya da Allah hükmeder. Senin, yanlış olarak ‘doğa yasaları’ dediğin şeyler, aslında, Onun evrendeki kanunlarıdır. Sen, yeni bir yasa koymuyor, sadece yürürlükteki yasaları görüp, onlara isimler veriyorsun.”
Bilimciler, isteseler de, istemeseler de Allah’ın cisimleşmiş bir kitabını okuyor, anlamaya çalışıyorlar… İşverenlerini tanımaksızın iş yapan işçiler gibi… Her bilim dalı, kendine özgü bir dille sürekli yaratıcıyı tanıtıyor… Bakalım…
DÜŞÜNMEK GÖRMEKTİR!
Akıl: “Her eserin bir ustası, her şiirin bir şâiri, kitabın bir yazarı, her planın bir mühendisi, her resmin bir ressamı vardır. Öyleyse şu kâinat resminin de ressamı olmalı” hükmünü veriyor.
Kur’an: “İşte o ressam Allah’tır” diyor.
Göz ise: “Hani nerede, ben niye göremiyorum ya?” diye, şaşkınlık içinde sızlanıyor.
Hangisine güveneceğiz? Benzeri, hayvanlarda bulunan göze mi, yoksa insanı diğer varlıklardan üstün kılan akla mı?
“Görmediğime inanmam” demekle, “ben gözlerimle düşünürüm.” demek arasında fark yok. Peki, akıl ne işe yarayacak? (Ömer Sevinçgül)
“Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar, gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da aşağıdırlar.” (Kur’an – Araf 7/179)
***
“Kulları içinde Allah’tan ancak âlim olanlar korkar.” (Kur’an-Fatır 35/28)
Kuyruğu etrafında dönen kedi hayrette,
Âlim ki hayreti yok, ne boş yere gayrette! (Necip Fazıl Kısakürek)
Videolar:
*(Bizi Seven Var 41. Video “Allah’ı Görmüyorum. Neden İnanayım-Kafile 5 Dk” 10.Sınıf 9.Ders)
*(Bizi Seven Var 41. Video “Rabbanî Mektuplar 2 Dk” 9.Sınıf 9.Ders)
*(Bizi Seven Var 41. Video “Usta-Yolyordam 4 Dk” 9.Sınıf 10.Ders)