Featured Video Play Icon

Bizi Seven Var 42. “Bitkibilimi Düşün-İşte Dünyamız!” 10.Sınıf 8.Ders

BİTKİBİLİMİ DÜŞÜN…

Bize bir ağacın özelliklerini an­latır. Ağacın topraktaki gıdaları nasıl aldığını, yaprak­lara kadar nasıl taşıdığını, meyvelerin nasıl meydana geldiğini, büyümenin ne şekilde olduğunu gösterir. Böylece, karşımıza hücrelerden oluşan, kökü, gövdesi, dalı, yaprağı, çiçeği, meyvesiyle mükemmel bir makine çıkar. Üstelik de canlıdır. Bu harika makineyi akılsız, şuursuz, ilimden, iradeden ve kudretten yoksun basit bir toprak nasıl yaratır! Bitkibilimciler bir tek yaprak bile yapamazken, bilgiden yoksun ağaç nasıl yapar o güzel yaprakları, çiçekleri, meyveleri!

Hayvanbilim, aklımıza bir hayvanın da eşsiz bir fabrika olduğunu anlamamıza yardımcı olur.

Bir kanarya yumurtası hayal et… Küçücük bir yu­varlak. Zamanı gelince çatlıyor bu yumurtacık. Bir de bakıyorsunuz, içinden bir baş uzanmış, mini mini, na­rin mi narin bir baş. Henüz sertleşmemiş gagası, tüylenmemiş vücuduyla çıkıveriyor dünyaya. Renkli tüy­lerden fistan giyiyor, akıl almaz ezgilerle şakımaya başlıyor.

Zehirli sinek bal yapıyor. Elsiz böcek ipek do­kuyor.

Dilsiz koyun süt üretiyor. Basit bir saman ve su­dan süt yapmak o akılsız koyunun işi olamaz ya.

Ko­yun, arı, tavuk gibi hayvanlar, ressamın fırçası, yazarın kalemi, marangozun çekici gibi birer âlet. Yaratmak fiilinin öznesi ise, kuşkusuz, bu evrenin de ustası olan Allah…

Gökbilimin penceresinden bakarak, dünyanın uzay­daki durumunu gördük. Güneşin çevresinde mermi hı­zıyla uçan dev bir uçak… Kanatsız, motorsuz, pilotsuz, gürültüsüz, büyük… Üstündeki yolcular ise gayet rahat seyahat etmekteler. Çoğu zaman uçtuklarının bile far­kında değiller. Bir yandan da kendi ekseni etrafında dönüyor dünya. Geceler, gündüzler, mevsimler bu iki dönüşün ürünü. Güneşe yaklaşsak tehlike, uzaklaşsak felaket…

Güneşin çevresinde uçan sadece dünya da değil, di­ğer gezegenler de var. Onlardan birisiyle çarpışması iş­ten bile değil. Fakat hiçbir aksaklık olmuyor, her şey yolunda gidiyor. Bu düzen milyonlarca seneden beri hiç bozulmuyor. Peki, kim kurdu bu hassas dengeyi… Dünyayı yaşanacak hâle kim getirdi… Pilotlu uçaklar bile kimi zaman çarpışırken birbiriyle, bu dev cisimleri çarptırmadan döndüren, tam bir intizamla uçuran han­gi ilim?

HELE, yaratıklar içinde biri var ki, o başlı başına bir mucize.., “İnsan” demişler adına… Düşünür, kurgular, araştırır, anlar, sever, acır, nefret eder… Binlerce yete­nekle donatılmış. Daha da önemlisi kendi varlığının bi­lincinde… Evren sarayı onun bilinciyle ışıklanır.

Bu muhteşem canlının ruh, kalp, akıl, hayal gibi duyguları bir yana, maddî yapısı da eşsiz bir sanat ese­ri. Gözün en güzeli, elin en kullanışlısı, saçın en süslü­sü, dilin en tatlısı, boyun en uyumlusu, kısacası, her şeyin en iyisi ona verilmiş.

Tıp ilmiyle anlaşıldı ki, vücudunun dışı gibi, içi de harikalar harikası. Tonlarca kan pompalayan kalbi, ye­mekleri kolayca sindiren midesi, kan temizleme maki­nesi olan akciğerleri, kilometrelerce uzunluktaki da­marları, daha bilmem nesi ve nesiyle gerçek bir şahe­ser. Heykel, yontucusunu göstersin de insan vücudu ustasını tanıtmasın, mümkün mü?

İşte insan… Başlangıcı bir damla su. Zamanı gelin­ce kan pıhtısı oluyor, kemik oluyor bu damlacık. Vakit tamam olunca da bir bebek kazanıyor dünya. Gören gözler, işiten kulaklar, koku alan burun, tutan el, yü­rüyen ayak, hisseden kalp, düşünen beyin… Öyle bir an geliyor ki, o bir damla su, misafiri olduğu dünyanın seyrini değiştirebiliyor.

Kâinatta olup biten harika işler saymakla bitecek gi­bi değil. Bakıyorsun, her iş büyük bir düzen içinde ya­pılıyor. Her işte bir fayda, bir amaç gözetiliyor. Şuurlu bir ölçüyle yaratılıyor her varlık. Hiç bir şey başıboş de­ğil. Hiçbir mahlûk kendi hâline bırakılmamış.

Kimdir bu harikulade faaliyetleri yapan? “doğa deyip” işin içinden çıkabilir miyiz? ASLA..

İŞTE DÜNYAMIZ!

Güneşin etrafında büyük bir hızla dönüyor, fakat uzaya fırlamıyor. Üstündeki insanları, hayvanları, bitkileri, cansızları hiç incitmeden binlerce yıldır taşıyor.

Güneşe bak… Her sabah bir başka güzellikle tam vaktinde doğuyor. Kendisine verilen ısıtma ve aydınlat­ma görevini hiç aksatmadan yerine getiriyor. Boşlukta asılı yıldızlar, dünyamızdan binlerce defa daha büyük o dev küreler, gök kubbede parlamaya devam ediyor­lar.

Her yerde, her an bir başka harika sanat eseri orta­ya çıkıyor…

Bir minicik tohum atıyorsun toprağın bağ­rına, üstünü örtüp suluyorsun. Bir süre sonra bir de bakıyorsunuz ki, güzeller güzeli bir filiz olmuş. Der­ken, büyüyor bu filiz, dal veriyor, yaprak veriyor, so­nunda güzel çiçekler açıp, tatlı meyveler üretiyor.

Toprağa düşen tohum dört varlıkla karşılaşır: top­rak, hava, su ve ısı. Bunların hepsi de olabildiğince cahil, kör, sağır ve acizdir. Ne tohumu tanırlar ne de kendilerini. Tohum da bilgisizlikte onlardan geri kal­maz.

Oysa o tohumdan fışkıran bitki, akıl gözünü kamaş­tıracak kadar mükemmel bir eser. Adı geçen dört unsu­run sahip olmadığı bir ölçü, şekil, tat, koku ve renk ile yaratılıyor. Üstelik bu bitkinin milyarlarcası aynı anda, birbirine karıştırılmadan, eksiksiz, kusursuz yapılıyor.

Doğa yasaları ise kendi başlarına bir iş yapamazlar. Kâinattaki harika faaliyetlerin arkasında Allah’ın güzel isimleri vardır. Güneş ışığının her yeri aydınlatması gi­bi bunlar da kâinatı kuşatmış.

Tabiat ise, “tesir eden mutlak güç” değil, “tesir al­tında kalan âciz bir eser.” Dışarıdan gelen sonsuz bir iradeye boyun eğmekle biçimleniyor, çeşitleniyor ve ye­ni yaratılışlara aracı oluyor.

***

Yapı olarak Selimiye camiinden bahsetmemek ol­maz. Gördüysen bilirsin, o bir mimarî incisidir, gerçek­ten. Görkemli kubbesi, zarif minareleriyle bir estetik anıtı… Kendi diliyle, seyircilerine mimarını anlatmak­ta.

Mimar camide yok elbette, orada görmek mümkün değil… Böyledir diye mimar inkâr mı edilecek? Mimarını yadsıyabilmek, yok diyebilmek için, her taşın bir us­ta olduğunu kabul etmek gerek. Çünkü usta kabul edil­mezse, o zaman bütün taşların bir cami yapmak konu­sunda anlaşması, kendi kendilerini nakışlaması, bir plana uygun biçimde bir araya gelmesi gerekir. Bu dü­şüncenin ne kadar saçma olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?

İçinde ömür sürdüğümüz şu uçsuz bucaksız evren de bir mimarî şaheseri… Kuşkusuz, ustasını gösterir, bildirir, tanıtır… Allah’ı inkâr eden adam, tüm atomla­ra ilahlık payesi vermek zorunda… Üstelik bu binanın yapı taşları olan parçacıklar sürekli değişiyor, yeniden biçimleniyor… Ama uyum, düzen, güzellik hiç bozul­muyor…

Evrenin kendisi gibi içindeki her varlık da bir bina­ya benzer. Gözle görülemeyen, ama eylemleriyle, yap­tıklarıyla kendini belli eden o sanatkâr, aynı malze­meyle milyonlarca türde binalar yapıyor… Ve akıl sa­hiplerine gösteriyor bunları.

Dünya sergisinde sayısız canlı var. Her biri sanatça öbüründen geri değil. Biçimleri ayrı, yetenekleri ayrı… Her varlık, “Biz, usta bir sanatçının eserleriyiz. Hangi sanat eseri tesadüfen yapılmış ki, biz de tesadüflerin ürünü olalım!” diye haykırmakta… Bu sesi kim sustu­rabilir!

*(Bizi Seven Var 42. Video “Bunu Görünce Allah’a İnandım!-Hidayet-Mehmet Yıldız 2 Dk” 10.Sınıf 8.Ders)

*(Bizi Seven Var 42. Video “Bir Damla Sudan İnsan Mucizesi-Nur Penceresi 4 Dk” 10.Sınıf 8.Ders)

*(Bizi Seven Var 42. Video “Âlem Çarşısı Sergisi-Yolyordam 6 Dk” 10.Sınıf 8.Ders)

*(Bizi Seven Var 42. Video “Ağaç Fabrikası(Allah’ın Kudreti) Yolyordam 3 Dk” 10.Sınıf 8.Ders)