BİTKİBİLİMİ DÜŞÜN…
Bize bir ağacın özelliklerini anlatır. Ağacın topraktaki gıdaları nasıl aldığını, yapraklara kadar nasıl taşıdığını, meyvelerin nasıl meydana geldiğini, büyümenin ne şekilde olduğunu gösterir. Böylece, karşımıza hücrelerden oluşan, kökü, gövdesi, dalı, yaprağı, çiçeği, meyvesiyle mükemmel bir makine çıkar. Üstelik de canlıdır. Bu harika makineyi akılsız, şuursuz, ilimden, iradeden ve kudretten yoksun basit bir toprak nasıl yaratır! Bitkibilimciler bir tek yaprak bile yapamazken, bilgiden yoksun ağaç nasıl yapar o güzel yaprakları, çiçekleri, meyveleri!
Hayvanbilim, aklımıza bir hayvanın da eşsiz bir fabrika olduğunu anlamamıza yardımcı olur.
Bir kanarya yumurtası hayal et… Küçücük bir yuvarlak. Zamanı gelince çatlıyor bu yumurtacık. Bir de bakıyorsunuz, içinden bir baş uzanmış, mini mini, narin mi narin bir baş. Henüz sertleşmemiş gagası, tüylenmemiş vücuduyla çıkıveriyor dünyaya. Renkli tüylerden fistan giyiyor, akıl almaz ezgilerle şakımaya başlıyor.
Zehirli sinek bal yapıyor. Elsiz böcek ipek dokuyor.
Dilsiz koyun süt üretiyor. Basit bir saman ve sudan süt yapmak o akılsız koyunun işi olamaz ya.
Koyun, arı, tavuk gibi hayvanlar, ressamın fırçası, yazarın kalemi, marangozun çekici gibi birer âlet. Yaratmak fiilinin öznesi ise, kuşkusuz, bu evrenin de ustası olan Allah…
Gökbilimin penceresinden bakarak, dünyanın uzaydaki durumunu gördük. Güneşin çevresinde mermi hızıyla uçan dev bir uçak… Kanatsız, motorsuz, pilotsuz, gürültüsüz, büyük… Üstündeki yolcular ise gayet rahat seyahat etmekteler. Çoğu zaman uçtuklarının bile farkında değiller. Bir yandan da kendi ekseni etrafında dönüyor dünya. Geceler, gündüzler, mevsimler bu iki dönüşün ürünü. Güneşe yaklaşsak tehlike, uzaklaşsak felaket…
Güneşin çevresinde uçan sadece dünya da değil, diğer gezegenler de var. Onlardan birisiyle çarpışması işten bile değil. Fakat hiçbir aksaklık olmuyor, her şey yolunda gidiyor. Bu düzen milyonlarca seneden beri hiç bozulmuyor. Peki, kim kurdu bu hassas dengeyi… Dünyayı yaşanacak hâle kim getirdi… Pilotlu uçaklar bile kimi zaman çarpışırken birbiriyle, bu dev cisimleri çarptırmadan döndüren, tam bir intizamla uçuran hangi ilim?
HELE, yaratıklar içinde biri var ki, o başlı başına bir mucize.., “İnsan” demişler adına… Düşünür, kurgular, araştırır, anlar, sever, acır, nefret eder… Binlerce yetenekle donatılmış. Daha da önemlisi kendi varlığının bilincinde… Evren sarayı onun bilinciyle ışıklanır.
Bu muhteşem canlının ruh, kalp, akıl, hayal gibi duyguları bir yana, maddî yapısı da eşsiz bir sanat eseri. Gözün en güzeli, elin en kullanışlısı, saçın en süslüsü, dilin en tatlısı, boyun en uyumlusu, kısacası, her şeyin en iyisi ona verilmiş.
Tıp ilmiyle anlaşıldı ki, vücudunun dışı gibi, içi de harikalar harikası. Tonlarca kan pompalayan kalbi, yemekleri kolayca sindiren midesi, kan temizleme makinesi olan akciğerleri, kilometrelerce uzunluktaki damarları, daha bilmem nesi ve nesiyle gerçek bir şaheser. Heykel, yontucusunu göstersin de insan vücudu ustasını tanıtmasın, mümkün mü?
İşte insan… Başlangıcı bir damla su. Zamanı gelince kan pıhtısı oluyor, kemik oluyor bu damlacık. Vakit tamam olunca da bir bebek kazanıyor dünya. Gören gözler, işiten kulaklar, koku alan burun, tutan el, yürüyen ayak, hisseden kalp, düşünen beyin… Öyle bir an geliyor ki, o bir damla su, misafiri olduğu dünyanın seyrini değiştirebiliyor.
Kâinatta olup biten harika işler saymakla bitecek gibi değil. Bakıyorsun, her iş büyük bir düzen içinde yapılıyor. Her işte bir fayda, bir amaç gözetiliyor. Şuurlu bir ölçüyle yaratılıyor her varlık. Hiç bir şey başıboş değil. Hiçbir mahlûk kendi hâline bırakılmamış.
Kimdir bu harikulade faaliyetleri yapan? “doğa deyip” işin içinden çıkabilir miyiz? ASLA..
İŞTE DÜNYAMIZ!
Güneşin etrafında büyük bir hızla dönüyor, fakat uzaya fırlamıyor. Üstündeki insanları, hayvanları, bitkileri, cansızları hiç incitmeden binlerce yıldır taşıyor.
Güneşe bak… Her sabah bir başka güzellikle tam vaktinde doğuyor. Kendisine verilen ısıtma ve aydınlatma görevini hiç aksatmadan yerine getiriyor. Boşlukta asılı yıldızlar, dünyamızdan binlerce defa daha büyük o dev küreler, gök kubbede parlamaya devam ediyorlar.
Her yerde, her an bir başka harika sanat eseri ortaya çıkıyor…
Bir minicik tohum atıyorsun toprağın bağrına, üstünü örtüp suluyorsun. Bir süre sonra bir de bakıyorsunuz ki, güzeller güzeli bir filiz olmuş. Derken, büyüyor bu filiz, dal veriyor, yaprak veriyor, sonunda güzel çiçekler açıp, tatlı meyveler üretiyor.
Toprağa düşen tohum dört varlıkla karşılaşır: toprak, hava, su ve ısı. Bunların hepsi de olabildiğince cahil, kör, sağır ve acizdir. Ne tohumu tanırlar ne de kendilerini. Tohum da bilgisizlikte onlardan geri kalmaz.
Oysa o tohumdan fışkıran bitki, akıl gözünü kamaştıracak kadar mükemmel bir eser. Adı geçen dört unsurun sahip olmadığı bir ölçü, şekil, tat, koku ve renk ile yaratılıyor. Üstelik bu bitkinin milyarlarcası aynı anda, birbirine karıştırılmadan, eksiksiz, kusursuz yapılıyor.
Doğa yasaları ise kendi başlarına bir iş yapamazlar. Kâinattaki harika faaliyetlerin arkasında Allah’ın güzel isimleri vardır. Güneş ışığının her yeri aydınlatması gibi bunlar da kâinatı kuşatmış.
Tabiat ise, “tesir eden mutlak güç” değil, “tesir altında kalan âciz bir eser.” Dışarıdan gelen sonsuz bir iradeye boyun eğmekle biçimleniyor, çeşitleniyor ve yeni yaratılışlara aracı oluyor.
***
Yapı olarak Selimiye camiinden bahsetmemek olmaz. Gördüysen bilirsin, o bir mimarî incisidir, gerçekten. Görkemli kubbesi, zarif minareleriyle bir estetik anıtı… Kendi diliyle, seyircilerine mimarını anlatmakta.
Mimar camide yok elbette, orada görmek mümkün değil… Böyledir diye mimar inkâr mı edilecek? Mimarını yadsıyabilmek, yok diyebilmek için, her taşın bir usta olduğunu kabul etmek gerek. Çünkü usta kabul edilmezse, o zaman bütün taşların bir cami yapmak konusunda anlaşması, kendi kendilerini nakışlaması, bir plana uygun biçimde bir araya gelmesi gerekir. Bu düşüncenin ne kadar saçma olduğunu söylemeye bilmem gerek var mı?
İçinde ömür sürdüğümüz şu uçsuz bucaksız evren de bir mimarî şaheseri… Kuşkusuz, ustasını gösterir, bildirir, tanıtır… Allah’ı inkâr eden adam, tüm atomlara ilahlık payesi vermek zorunda… Üstelik bu binanın yapı taşları olan parçacıklar sürekli değişiyor, yeniden biçimleniyor… Ama uyum, düzen, güzellik hiç bozulmuyor…
Evrenin kendisi gibi içindeki her varlık da bir binaya benzer. Gözle görülemeyen, ama eylemleriyle, yaptıklarıyla kendini belli eden o sanatkâr, aynı malzemeyle milyonlarca türde binalar yapıyor… Ve akıl sahiplerine gösteriyor bunları.
Dünya sergisinde sayısız canlı var. Her biri sanatça öbüründen geri değil. Biçimleri ayrı, yetenekleri ayrı… Her varlık, “Biz, usta bir sanatçının eserleriyiz. Hangi sanat eseri tesadüfen yapılmış ki, biz de tesadüflerin ürünü olalım!” diye haykırmakta… Bu sesi kim susturabilir!
*(Bizi Seven Var 42. Video “Bunu Görünce Allah’a İnandım!-Hidayet-Mehmet Yıldız 2 Dk” 10.Sınıf 8.Ders)
*(Bizi Seven Var 42. Video “Bir Damla Sudan İnsan Mucizesi-Nur Penceresi 4 Dk” 10.Sınıf 8.Ders)
*(Bizi Seven Var 42. Video “Âlem Çarşısı Sergisi-Yolyordam 6 Dk” 10.Sınıf 8.Ders)
*(Bizi Seven Var 42. Video “Ağaç Fabrikası(Allah’ın Kudreti) Yolyordam 3 Dk” 10.Sınıf 8.Ders)