ESER, SANAT, SANATKÂR, MİCHELANGELO
Rönesans döneminin en meşhur heykeltıraşlarından birisidir Michelangelo..
Michelangelo’ın en tanınmış eserlerinin başında Hz. Musa’nın heykeli gelmektedir. Uzmanların ifadelerine göre bu eser. Tur Dağı’ndan döndükten sonra, İsrailoğulları’nın haktan sapıp buzağıya taptıklarını gören Hz. Musa’nın hiddet içindeki halini tasvir etmektedir: Başını sola doğru çevirmiş, on emrin yazılı olduğu levha koltuğunun altında sağ eli ile asabi bir şekilde sakalını karıştırıyor.. Dikkatle bakınca, sanki biraz sonra harekete geçecek, ayağa kalkacak, elindeki levhayı yere çalacak izlenimini veriyor seyredenlere…
Michelangelo yıllarını vermiş bu esere.. Eserini tamamlayınca ondan öylesine etkilenmiş, öylesine büyülenmiş -aslında cansız bir taş parçası olduğunu bildiği halde, bir müddet gözlerine bakmış heykelin.. Sonra:
“Konuş ya Musa!” demiş, elindeki çekici hışımla heykele fırlatmış..
Peki, konuşmuş mu bu cansız eser?
Hayır..!
Konuşması mümkün mü? Hayır..! Neden?
Bedene hayat giydirmek, cesede ruh üflemek, vücudu duygularla süslemek beşerin işi değil..
Ne yapmış Michelangelo?
Mermeri yontmuş; baş, vücut, el ve ayak çıkartmış..
Başa göz takmış; kirpiği yok, kaşı yok, görmüyor, sağa sola dönmüyor.
Yüzüne burun çakmış, ama burun kanalları yok, koku alamıyor.
Kulakları var; ama sağır, duymuyor, işitmiyor.
Taştan dudak çıkartmış; ama açıp Kapayacak ağzı yok, inci gibi dizilmiş dişleri yok, dilsiz. Lisanı yok, konuşmuyor.
Lokmayı parçalayacak çenesi yok, yumuşatacak tükürük bezleri yok, damağı yok, tat alamıyor. Yediklerini hazmedecek cihazlar, yok; büyümeye, gelişmeye, terakki ve tekamül etmeye istidadı yok..
Elleri var, tutamıyor; ayakları var, yürüyemiyor.
Cansız bir yığın.. Hisseden kalbi yok.. Zevk eden latifeleri yok..
Düşünen, üreten, tahlil ve terkip eden dimağı yok..
Zevk-ü sefası, aşk-ı sevdası yok..
Hamiyet-i âliyesi, derd-i davası yok..
Ne şefkati, ne merhameti var.
Ne elemi, ne ızdırabı var.
Ne evi barkı, ne çoluk çocuğu var.
Ne bağı bahçesi, ne çifti çubuğu var.
Aşı yok, eşi yok, işi yok..
Dostu yok, düşmanı yok..
Zikreden dili, tesbih eden lisanı yok..
Tövbesi yok; istiğfarı, ilticası yok..
Sızlanışı yok, gözyaşları yok..
Yok, yok, yok…
Varlık fukarası, cansız bir taş..
Peki ama bu eser sanat tarihi kitaplarında okutuluyor. “Michelangelo’nun en meşhur eseri, Rönesans döneminin bir şaheseri” diye…
Bizim lise yıllarımızda “Sanat Tarihi” kitaplarının kapağında bu heykelin resmi vardı.
Sanat Tarihi: Sanatın yorumlandığı, sanatkarların maharet, dirayet ve liyakatinin gözler önüne serildiği tarih.. Dünyanın en meşhur sanatkarlarının eserleri boy boy gösteriye çıkarılıyor bu kitaplarda.. Daha ilerisi, sanat adına fakülteler, akademiler kurulmuş.. Ders veriliyor. Öğrenci yetiştiriliyor bu kurumlarda… Kitaplar basılıyor, araştırmalar yapılıyor, makaleler yazılıyor, yorumlar yapılıyor.
Tamam.. Olayı küçümsemek, ilim ve sanat dünyasını tenkit etmek adına değil; belki bir hakikati dikkatlere sunmak ve üzeri kapatılmak istenen bir gerçeği açığa çıkartmak adına bir sorgulama yapalım..
Aklı selim ile düşünelim bir an..
Sanatkârları, sanatı ve sanata bakışı sorgulayalım.
Bir soru soralım, heykel ve resim sanatı ile meşgul olan uzmanlara..
“Ne yapmış bu sanatkârlar?”
“Böyle soru mu olur? Ne demek ne yapmışlar? Yapılan yüzlerce, binlerce eser var. Her biri birer sanat harikası.. Bunları görmüyor musun?”
“Tamam, tamam…! Elbette görüyorum. Michelangelo’ları, Leonardo Vinci’leri, Rodin’leri, Picasso’ları, Van Gogh’ları..”
“O halde?”
“O haldesi şu: Sanat eserlerini görünce takdir etmek lazım, sanat adına alkışlamak lazım; bu doğru.. Bu tamam
Ama..!”
“Aması ne?”
“Aması şu: Sanat eserlerini takdir eden kişilerden bir kısmının bu sanat eserlerinden daha mükemmel, daha güzel, daha mucize sanat eserlerine karşı aynı duyarlılığı göstermediklerini ve bir gerçeği unuttuklarını görüyorum.
Bir gerçek var, bugün o gerçek ülfetle küllenmiş, nazarlardan gizlenmiş..”
“Nedir o gerçek?”
“O gerçek, gözlerin görmediği veya görmek istemediği..
İdraklerin ciddi biçimde yönelmediği..
Kalplerin tam teveccüh etmediği..
Lisanların takdir, tahsin ve sena etmediği bir gerçek..
Bu gerçek gizli kalmamalı, gün ışığına çıkmalı..”
“Nasıl yani?”
“Bakın, üç beş ruhsuz heykel, birkaç cansız tablo, kulpu kırık, altı delik birkaç parça kap için kurulmuş müzeler, açılmış sergiler var.. Akın akın gidiyor insanlar o mekanlara; sanat adına, estetik adına, beşerin maharet ve sanat güzelliğini temaşa namına…
Gidenler gitsin, seyredenler etsin; ama gerçek sanat eserleri unutulmasın, gözlerden kaçmasın, zihinlerden silinmesin..”
“Nedir gerçek sanat eserleri?”
“Gerçek sanat eserleri zemin yüzünde..
Şu zemin yüzünde had ve hesaba sığmayan gerçek sanat eserleri var..
Bakın şu “insan”a..! Michelangelo’ın heykelinden hadsiz derece daha mükemmel, daha harika ve mucize..
Ve üç beş tane değil.. Canlı, konuşan, gören, bilen ve düşünen yedi milyar “insan” yaşıyor şu zemin yüzünde, yedi milyar..
Bakın, her birisi birer kudret mucizesi..
Her birisi birer sanat harikası..
Her birisi eşi, dengi ve benzeri bulunmayan birer şaheser..
Gerçek sanat eseri sadece “insan” mı? Hayır..!
Yaratılan her canlı mucize.. Her mevcut birer antika eser.. Bir değil, bin değil, sayısız…
Şu zemin sarayı muhteşem bir müze.. Muazzam bir sergi.. Gerçek bir teşhirgah..
Bakın, içinde hadsiz sanat eserleri teşhir edilmiş..
Bakın zemin yüzüne.. Dağlar, bağlar, bahçeler, çiçekler, böcekler, sinekler birer mucize..
Denizlere, okyanuslara bakın..
Denizler ve okyanuslar muhteşem birer akvaryum.. Milyarlarca balıklar o akvaryumda.. Sanat galerisinde podyuma çıkmışlar..
Bakın semaya..!
Sema tablosunun içinde kanat kıran, şak şak öten hadsiz kuşlar var, her biri birer sanat harikası..
Bakın, bakın..!
Dikkatle bakın, “hal dili” ile konuşuyor, bir şeyler söylüyor şu mahlukat?
Bir sanatkaârın bestesini icra ediyor şu masnuat?
Tatlı tatlı ritimler içinde, bin bir dil ile konuşuyor şu kainat..
Bütün alemler, birer kaside..
Medhü senasını ediyor, sanatkârının..
İnsanlar o kasidenin “Şah Beyit’i, “Berceste”si..
Bu bercestenin lisanı daha keskin, daha derin, daha güzel, daha manidar, daha canlı..
Evet… Şimdi bu sesleri daha yakından duymak, bu güzel sadaları daha yakından işitmek, bu “hal dili”ne ait güzellikleri hissetmek, zevk etmek, tatmak ister misiniz?
Evet diyorsanız, o zaman bu muhteşem kâinat müzesine buyrunuz. (Konuşan Kâinat-Prof Dr. Şener Dilek-Feyza Yayınları)
YARATICININ İNSANA VERDİĞİ DEĞER
Eğer dünya çapında ünlü bir sanatçının çok özel ve önemli bir sergisine, bizzat sanatçının kendisinden bir davetiye alsaydınız, sergisine, bizzat sanatçının kendisinden bir davetiye alsaydınız, Bunu bir yana atmazdınız. Bir sanatsever olarak ünlü sanatçının özel ilgisine muhatap olmak, onun tarafından değer verilmiş olmak, emsaline karşı övünmek için insanın eline yeter derecede bir fırsat verir.
Kâinatı baştanbaşa sanat eserleriyle doldurulmuş bir muhteşem sergi olarak görmeye başladığınız zaman, bu sanat eserlerini inceleyip anlayacak, onlardaki derin anlamları çözecek, onların sunduğu farklı farklı hazların hepsini bütün incelikleriyle tadacak bir misafir olarak, yeryüzünde kendinizden başkasını bulamazsınız. Çünkü bizimle bu varlık âlemini paylaşanlardan hiçbiri, en azından bizim bildiğimiz kadarıyla, bu eserlerin tamamıyla ilgili şekilde ve hepsinden anlayacak bir donanımla yaratılmamıştır. Bu muhteşem sergiye özel bir davetli olarak, bizzat serginin sahibi tarafından çağırılmış olduğumuza dair bundan başkaca bir delile ihtiyaç mı var?
SAHİBİNİ TANIYAN ESER
MUHTELİF SAN’ATLARDA maharet kesbetmiş bir usta tasavvur ediniz. Bu zat süpürge yapabildiği gibi, koltuk takımı da yapabilsin; aynı şekilde araba yapabildiği gibi, uçak ve füze de yapabilsin. Mezkûr eserlerin her biri ustasını göstermekte ve onun bilgili ve kudretli bir zat olduğuna şahadet etmektedir.
Lâkin şurası zâhirdir ki; bu zatın ilminin, kudretinin ve maharetinin süpürgedeki tecellisiyle arabadaki tecellisi bir olmadığı gibi, arabadaki tecellisiyle de uçaktaki ve füzedeki tecellisi de bir değildir. Tecelli ziyadeleştikçe eserin de kıymeti yükselmektedir.
Şimdi bu zatın öyle bir eser yaptığını farzediniz ki, bu eser kendisinin eser olduğunu bilsin, bir ustanın tezgâhından çıktığını müdrik olsun ve sahibini tanısın, Ayrıca diğer eserleri ve onların vazifelerini de anlasın.
Artık bu eser kıymet ve ehemmiyetçe diğer eserlerle kıyas kabul etmez.
İşte “İnsan, Cenâb-ı Hakk’ın böyle antika bir sanatı ve eseridir.” Şöyle ki:
Güneş ışık verdiği hâlde, yaptığı işi anlayamamakta, ışıklandırdığı şeyleri görememekte, hattâ kaç tane gezegene sahip olduğunu dahi bilememektedir. Buna mukabil insan; kendinin nasıl bir eser olduğunu ve ne gibi vazifelerle mükellef bulunduğunu bilmesi ve Sâni’ini tanıması yanında, güneşin de vazifelerini bilmekte ve onu tanımaktadır. Bu cihetle güneş, insanın çok aşağısında kalmaktadır.
Diğer mahlûkat da buna kıyas edilebilir. (Mehmet Kırkıncı)
Videolar:
*(Bizi Seven Var 133 Video “Mükemmel Bir Sanat Eseri Dünya 1 9 Dk” 10.Sınıf 28.Ders)
*(Bizi Seven Var 133 Video “The Most Beautiful Flowers Collection 8k Ultra Hd / 8k Tv 22 Dk” 10.Sınıf 28.Ders)”