GÖZLERDEKİ PERDELER-RESSAM VE SANATKÂR
Resim sanatına karşı özel bir ilgisi vardı Ahmet Bey’in.. Bu ilgi çocukluk döneminde başlamıştı. Lise yıllarında resim öğretmeni, onun istidadını keşfetmiş, resim çizmeye teşvik etmişti. Ahmet’in de arzusu iyi bir ressam olmaktı. Liseyi bitirmeye yakın, babası bir gün ona:
-“Oğlum ne olmak istiyorsun?” diye sormuştu. Ahmet de:
-“Babacığım, çok iyi bir ressam olmak istiyorum.” diye cevap vermişti.
Babası yüzünü buruşturmuş:
-‘’Oğlum resim karın doyurmaz. Bırak ressamlığı..! Sen doktor ol, doktor..!” demişti.
Bütün ailenin telkin ve ısrarı ile o da doktorluğu tercih etmişti. Ama içindeki o arzu sönmemiş, o tutku küllenmemişti.. Fakültede okuduğu yıllarda resimle meşgul olmuş, hatta uzmanlık için gittiği Avrupa’da bile resim sanatı ile ilgisini sürdürmüştü.
Ahmet Bey Avrupa’da boş vakitlerinde hem resim çizer, hem de resim sanatı ile ilgili yorumları okur, vakit buldukça da meşhur ressamların resim sergilerine muhakkak gider, tabloları dikkat ve ilgi ile izler, her bir ressamın bakış tarzını ve sanat stilini tetkik ederdi. Kendisi için zor ve sıkıntılı olmakla beraber Avrupa’da kaldığı süre sarfında pek çok sergileri gezmiş, bu sahanın uzmanlarıyla tanışmış, bilgi ve deneyimini ziyadeleştirmişti.
Avrupa’dan döndüğünde İstanbul’a yerleşmişti Ahmet Bey. Bir sanat ve kültür merkezi olan İstanbul, onun resim sanatı ile olan ilgisini azaltmamış, bilakis iyice arttırmıştı. Öyle ki o iştiyak ile açılan sergileri sık sık takip eder, muhtelif etkinlikleri yakından izlerdi.
Akıp giden yıllar içinde bu merak ve birikim, onu resim sanatını yorumlamada dirayetli bir uzman kılmıştı. Katıldığı toplantılarda, resim sanatı adına etrafındakilerden çok farklı yorumlara girişir, idrakleri zorlayan, ufukları açan ve düşünceye sevk eden ibretli açılımlar yapardı. Yorumları hikmetli, keskin, derin ve düşündürücü idi. Birçok insanın görmediğini görür, düşünmediğini düşünür, keskin mantığı ile yaptığı dakik ve zarif tespitleri ile muhataplarının dikkatini çekerdi.
Geçen gün, gazetede resim sergisi ile ilgili bir haber okudu. Sergi meşhur ressam Tayfun Bey’indi.
Tamam..!” dedi. “Bu sergiyi gezmem lazım!’’
Hafta sonu sergiyi gezdi..
Tabloları tek tek inceledi, beğendi resimleri. Gerçekten güzeldi, çekici ve mükemmeldi tablolar..
– “Şu tablo çok güzel..! Bunu satın alayım, hem de ressamla tanışayım, kendisini de tebrik edeyim.” diye mırıldandı. Sordu bir görevliye:
-“Tayfun Bey nerede?” Görevli:
-“Bakın, karşıda ve ileride.. Şu masada oturan..” dedi.
Tayfun Bey karşıda büyük ve geniş bir masada oturmuş, etrafını çeviren hayranları ile sohbet ediyordu.
Saçları kıvrım kıvrım, epeyce uzun ve bayağı dağınıktı. Onu ilk görenler, intizamsız, serseri ve isyankâr saçlarına ve insanın kimyasını bozan soluk yüzüne takılıp kalırlardı: Dikkat çekecek derecede gergin ve soluk bir yüz.. Morarmış göz halkaları.. Bıyıksız ve asık bir surat.. O buz gibi soğuk simaya sanki sonradan yapıştırılmış gibi kırmızı ve lop bir burun.. Yüzünde serpilmiş siyah lekeler.. İşin açıkçası, Tayfun Bey, mahkeme duvarı gibi abus çehresiyle görenleri ürkütüyor, simasıyla ilk çırpıda çekici sinyaller vermiyordu. Jest ve mimikleri de pek fıtrî görünmüyor: şöhretle sarhoş olmuş, sonradan görme insanların psikolojisini yansıtıyordu adeta.. Yüz hatları da sinirli, asabi, gergin ve oldukça yorgun bir çehreyi resmediyordu.
Tuhaflık sadece simasında ve saçlarında değildi; üstü başı, kılık kıyafeti de kendisi gibi sarhoştu.. Elbiseleri de dünyaya küsmüş bir pejmürdenin üstünden alınmış, yaka paça giydirilmiş gibi görünüyordu.. İster istemez, dikkatle süzenlerin, ibretle bakanların zihinlerinde şöyle bir kanaat oluşturuyordu:
“Hayret..! Şöhret olmak için böyle virane mi olmak lazım..! Dikkat çekmek için böyle upuzun saçlara mı bürünmek lazım”
Ahmet Bey yürüdü Tayfun Bey’e doğru.. İyice yaklaştı. Göz göze geldiler. Simasının soğukluğuna aldırmadan gayet nazik bir sesle.
-“Resimlerinizi çok beğendim. Tablolarınız cidden mükemmel.. Sizi tebrik ediyorum!” dedi.
Tayfun Bey, kendinden emin, memnuniyetini yansıtan bir eda ile:
-“Teşekkür ederim. Hoş geldiniz, buyurun!” dedi. Tanıştılar. Ahmet Bey, önce kendisini anlattı; resim sanatına ilgisini ve Avrupa’daki faaliyetlerini, gezdiği sergileri, tanıştığı ressamları..
Tayfun Bey:
-“Çok memnun oldum. Bir doktorun resim sanatında bu derece derinleşmesi beni mutlu etti. Ben de sizi tebrik ediyorum!” dedi.
Masanın üzerinde kuruyemişler, meyveler ve meşrubatlar vardı.
Tayfun Bey:
-“Buyurun! Bakın burada çerezler, meyveler ve meşrubatlar var.. Alın lütfen!” dedi.
Ahmet Bey, meyve tabağından bir elma aldı. Kesip yemeğe başladı.
Tayfun Bey:
-“Tablolarım içinde en çok hangi tablo hoşunuza gitti, hangisini daha ziyade beğendiniz?” diye sordu.
-‘’Hepsi güzel..! Şu daha da güzel..!” dedi. Karşıdaki tabloyu gösterdi.
-“Onda hissettiğiniz farklılık ne? Niçin o?”
-“Gerçekten bütün tablolarınız güzel. Ama benim kendime göre bir bakış açım var: biraz farklı.. Ben hep o açıdan bakar, o açıdan değerlendiririm”
-“Nedir o bakış açınız?”
-“Benim bakış açım: Sanattan sanatkara bakmaktır: sanatın arkasında sanatkârın maharetini, dirayet ve liyakatini görmek, okumak ve anlamaktır. Tabloyu herkes görüyor ama tablonun arkasındaki sanatkâra herkes bakamıyor..
Ben sanatın arkasında kendini mahareti ile sergileyen sanatkârın zerafetini ve liyakâtini okumak istiyorum.. Onu okuyunca daha fazla zevk alıyorum, daha fazla lezzetleniyorum.. Bu bakış, benim dünyama ayrı bir derinlik katıyor. O zaman tabloyu daha güzel görmeye başlıyorum.”
-“Bravo! Gerçekten siz işin püf noktasını keşfetmişsiniz!”
-“Sanat insanı inceltiyor, bakışlara letafet, temaşaya zarafet katıyor. Tabloları temaşa edince ruhum o zarafet ve letafeti hissediyor. Gönül dünyam o inceliklerle dolup taşıyor. O zaman iç dünyam ışıldanıyor.. Sanat heyecanım zirvelere doğru tırmanıyor.”
Bu latif ifadeler Tayfun Beyin hoşuna gitmişti.
-“Yorumlarınız çok güzel, çok zarif!” dedi. Ahmet Bey:
-“Sizin de fırçanız çok güzel..! Bin maşaallah..! Allah size çok güzel bir kabiliyet bahşetmiş, ikram etmiş. Bu kabiliyet sırf O’nun lütfu, O’nun ihsanı!” dedi.
Bu sözleri işitince o an Tayfun Bey elektrik çarpmış gibi oldu. Rengi değişti. Abus çehresi gerildi. Soluk yüzü iyice çirkinleşti, turşu gibi oldu, gözleri faldır fuldur döndü. Kurşun yemiş yaban domuzu gibi burnundan solumaya başladı. Lob burnu iyice kızardı, domates gibi oldu.. Diklenerek, infial içinde bir hiddet ile:
-“Ahmet Bey..! Ahmet Bey..! Sen ne konuşuyorsun! Ne ihsanı, ne ikramı? Ben böyle şeyleri bilmem! Bunlara inanmam! Sen hangi çağda yaşıyorsun? Laik bir ülkede olduğunun farkında değil misin? Bu ne biçim sözler! Sizin gibi Avrupa görmüş çağdaş bir aydının ağzından bu kelimeleri işitmek beni çok şaşırttı, çok hayrete düşürttü!” dedi.
Ahmet Bey, içinden “Büyük ahmak! Koca zavallı..!” diye geçirdi. “Sana usturuplu bir ders vermek lazım!
Devamı aşağıda:
Gözlerdeki Perdeler-Ressam Ve Sanatkâr
Videolar:
*(Bizi Seven Var 132 Video “Göz Perdesi Kalkarsa İnsan Hangi Dünyaları Görür-Mülk Melekut Mehmet Yıldız 3 Dk” 10.Sınıf 27.Ders)
*(Bizi Seven Var 132 Video “Okyanusun Renkleri 8k Ultra Hd-Rahatlama ve Sakinleştirici Müzik için En İyi 8k Deniz Hayvanları 34 Dk” 10.Sınıf 27.Ders)