TABİAT, BİR SAN’AT-I İLÂHİYEDİR
Değil tabiat, belki matba. Değil nakkaş, o belki bir nakıştır. Değil fail, o kabildir. Değil masdar, o mistardır… Değil nazım, o nizamdır… Değil kudret, o kanundur… İradî bir şeriattır, değil hariç hakikatdâr.
Tabiat, ilâhi bir sanattır; Allah’ın bir imzası, bir mührüdür. Tabiat bir tab edici değil belki bir matbaadır. Bir nakkaş değil, o bir nakıştır. O bir fail değil, o bir kabildir. Yanı sadece üzerinde yapıları kabul edicidir. O bir kudret kaynağı değil, bir ölçüdür. O nizam koyucu değil, sadece bir nizamdır. O bir kudret değil, sadece iradi bir kanundur. Kanun olduğu için de zihnin dışında bir hakikati yoktur. Onun için bir kanun koyucu ve şuurlu bir tatbikçi olmadan bu mümkün değildir. Güçlü bir hâkim olmadan kanunlar yürütülemez. Ayrıca kanunların neticelerine dikkat edecek olursak, merhametli, şefkatli ve hikmetli bir güzellikle bizi yüz yüze getirmektedir. Yani kanunlar gelişi güzel konulmamıştır.
***
Meselâ madenler belli bir ısının üstüne çıktıkları zaman genleşirler. Onun için trenlerin raylarında yaz aylarında uzama, kış aylarında da kısalma olur.
Halbuki bu prensip suya gelince değişir. Çünkü suda, ısı sıfırın altına düşüp donma olayı gerçekleştiği zaman genleşme olur.
Peki, neden böyle olur? Eğer su da madenlerin bağlı olduğu kanuna bağlı olsaydı, o zaman tam tersine kış soğuğunda su donup küçülecekti.
Hacminin küçülmesi suyun özgül ağırlığının artmasına vesile olacağı için sudan ağır olan buzlar dibe çökeceklerdi. Bu çöküşler neticesinde deniz ve göllerde canlıların yaşaması imkânsız hâle gelecekti. Yazları diplerdeki buzlar kolay kolay çözülemeyeceğinden dolayı da şu anda istifade ettiğimiz pek çok nimetten mahrum kalacaktık. Halbuki tam tersine kışın sular donunca, madenlerin aksine genleşmektedir. Özgül ağırlıkları hafif olan buzlar da suların üzerinde kaldığından, buzlar altında canlılar yaşama imkânı bulabilmektedir. Aynı şekilde madenlerin demirin sıcakta genleşmesinden istifadesiyle, insanlar o sert demirden tel, zırh, kılıç, araba, tren, uçak vs. yapabilmektedir. Aslında daha da derine inecek olursak, hidrojen ve oksijen atomları yaratılırken, bunların bileşip su maddesini meydana getirecekleri, elbette sonsuz ilim sahibi Yaratan tarafından bilinmekteydi.
***
Yerçekimi kanununu ele alalım. Böyle bir kanun olmasaydı, biz yeryüzünde nasıl yaşardık? Fakat bunun tam tersine neşv-ü nema (büyüyüp gelişme) kanunu da bulunmaktadır. Eğer bu kanun olmasaydı, sadece yerçekimi olsaydı, çekirdek ve tohumların ruşeym ve fidanları yukarıya doğru değil, arzın merkezi olan aşağıya doğru gitmeleri gerekirdi. Bu ise yeryüzünün bitkilerden mahrumiyeti demek olurdu. Halbuki, yerçekimine zıt biçimde neşv-ü nema kanunu hükmünü icra etmektedir. Bu durum ise bütün canlıların faydasınadır. Meselâ kılcallık olayında da yine sıvıların müsait ortamlarda kolayca yayılması, yüksek ağaçların en üst noktalara kadar suyun ve diğer gıdaların ulaşması gibi hikmetler vardır. Niye ‘kalıncallık’ değil de ‘kılcallık’ olduğunu düşünüp ibret almak gerekir.
***
Karşı taraftakiler:
“Civciv ilk günlerini sert yumurta kabuğunun içinde geçirir. Büyüyünce kabuğu kırılır ve dışarıya çıkar. Müminler civcivi kabuğundan çıkaranın Allah olduğuna inanırlar. Fakat modern ilim açısından, bugün mikroskopla baktığımızda 21. gün civcivin gagasında küçük bir sertlik meydana geldiğini görmekteyiz. Civciv, boynuz şeklindeki bu küçük sert kıkırdağı kabuğu kırmada kullanmakta ve böylece dışarı çıkmaktadır. Birkaç gün sonra da sert tabaka kendiliğinden kaybolmaktadır.” diyorlar.
Bunlara vereceğimiz cevaba gelince:
“Modern ilim, hâdiseleri bir bir anlatmakta ama onun ötesindeki gerçekleri izah edememektedir. İlim ancak “Bu nedir?” sorusuna cevap verebilir. Ama “Niçin?” sorusuna cevap bulamaz.
Meselâ burada “Civcivi yumurtadan çıkaran Allah’tır.” şeklindeki gerçeğe, getirdikleri izah ile çürüttüklerini zannetmektedirler. Çünkü “21 günlük bir kanunun bu işi başardığını gözlerimizle gördük.” diyorlar. Şu bir gerçektir ki, yeni gözlemler bize hâdiseler dizisinin bir yeni halkasından başka bir şey getirmemektedir. Hakiki sebebi de izah edememektedir. Fakat günümüzde durum tamamen değişmiştir. Sorular, yumurtanın kırılışından değil, civcivin gagasında peydahlanan sert tabakadan ileri gelmektedir. Bu boynuz şeklindeki sertliğin çıkış sebebini araştırdığımız zaman, harika sebep gözlerimizin önünde aydınlanacaktır. Çünkü civciv yumurtadan çıkabilmek için bu sert tabakaya muhtaçtır. Bu ihtiyacı kim bilmiştir Elementler mi? Yumurta mı? Civciv mi? Yoksa merhametli Yaradan mı? Şu hâlde biz mikroskopta müşahede ettiğimiz son durumu ancak geniş çapta realitenin gözlenmesi diye kabul edebiliriz. Yoksa realitenin açıklanması veya izahı olarak değil.” (Vahiddüddin Han, İlmin Işığında İslâm)
SANATKÂR MI, ESER Mİ?
Sanatkârın eserden daha mükemmel olması lazımdır, ta ki eser vücud bulabilsin.
Akılsız, şuursuz ve hayatsız olan yumurtanın civciv yapması muhal olduğu gibi, kâinatın da insan yapması imkân haricidir.
O halde yumurta, civcivin yaratılmasında pek çok sebeplerden sadece bir sebep oluyor.
Videolar:
(Bizi Seven Var 131 Video “Efsanevi Güzel Balıklar 8k Hdr/8k Video Ultra Hd 93 Dk” 10.Sınıf 26.Ders)
(Bizi Seven Var 131 Video “Sanatlı Bir Eser, Sanatkarı İcab Eder-Hafız 1 Dk” 10.Sınıf 26.Ders)