Featured Video Play Icon

Bizi Seven Var 139 “Er Rahman-Şefkat Ve Merhamet Delili” 9.Sınıf 34.Ders

ER RAHMAN

ŞEFKAT VE MERHAMET DELİLİ

Varlık âlemine baktığımızda, bütün her şeyin, özellikle insanın sayısız ihtiyaçları olduğunu görürüz. Bunun yanında, ihtiyaçlarını yerine getirecek gücü ve iktidarı ise bir hiç hükmündedir. Böyle olmasına rağmen bütün ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçları hiç ummadığı bir yerden anında karşılanmaktadır. Üstelik o varlığın ihtiyacı ne ise, o cinsten karşılanmaktadır. Mesela ot yeme ihtiyacında olan bir hayvana ot, et yemek isteyen bir hayvana et verilmektedir. Her varlık ihtiyacı olan şeyi, ihtiyacı olduğu cinsten elde etmektedir. Aynı zamanda bu durum hiç aksamadan devam etmektedir. Bu da göstermektedir ki, her varlığı gören, gözeten, merhamet eden ve yardım eden birisi vardır.

O’nun rahmetinin ilk tecellisi yokluktan varlığa çıkmış olmamızdır. Var olmak bizatihi nimettir ve her nimetin aslıdır.

Er Rahmân:

“Dünya hayatında, mü’min-kâfir gözetmeksizin, mahlukatın hepsine merhametle muamele eden.”, “Ezelde bütün yaratılmışlar hakkında hayır ve rahmet irade buyuran.”, “Rızıkları ve her türlü iyilikleri ihsan eden.”

“Dünyada, iman eden ve etmeyen herkese, rahmet edip  esirgeyen; sevdiğini, sevmediğini, dostunu, düşmanını ayırdetmeyerek bütün mahlûkatını nimet­lere mazhar kılan.”

O kadar ki, dostu İbrahim’i rızıklandıran Yüce Allah, düşmanı olan Nemrut’un sof­rasından da zeytini, ekmeği eksik etmemiştir. Yani kendisini tanıyana da tanımayana da rızık veriyor. Merhametle muamelede bulunuyor.

Er Rahîm:

“Verdiği nimetleri iyi kullananlara daha büyük ve ebedî nimetler veren.”, “Ahiret hayatında sadece mü’minlere ihsan ve ikram eden.”

“O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur. Gaybı da, müşahede edileni de bilendir. Rahmân, Rahîm olan O’dur.” (Haşr sûresi, 59/22)

Her iki mübarek isim de Allah’ın sonsuz bir merhamet sahibi olduğunu ifade ederler.

Rahmet ve merhamet; kısaca, ‘hayrı irade etmek ve sonsuz ihsan ve ikramda bulunmak’ mânâsına gelir.

Merhamet için yapılan şu tarif çok güzeldir:

“Merhamet; acıları, afetleri, sıkıntıları gidererek yerlerine hayrı, sürur ve saadeti ikame etme duygusudur.”

Rahmân ismi, ‘insan-hayvan, mü’min-kâfir farkı gözetmeksizin her canlının her türlü rızkını veren ve onları koruyup gözeten” mânâsına gelir.

Rahîm ise, “iradesini doğru kullanan kullarına iman, ibadet, hidayet saadetini kazandıran ve onlara ebedî Cennetler hazırlayan” demektir.

Rahmân ismi, ilk yaratılışa bakar. Nitekim, Cenâb-ı Hak, yarattığı her varlığı, onların iradeleri dışında nice ihsanlara mazhar kılar. (Esma-i Hüsna- Alaaddin Başar-Zafer Yayınları)

Kâinatı bütünüyle içine alan pek geniş bir merhamet müşâhade edilmektedir. Bu merhamet, hikmet, inayet, nimet verme gibi çok sıfatları içine alır. Bu sıfatlar bir Rahmân ve Rahîm’in varlığını gerekli kılar. Şu halde, bütün kâinat Cenab-ı Hakk’ın bu rahmet isimlerinin bir tecellî sergisidir, denilebilir.

Kuş kanat çırpıp yavrularının başında dönüyor, ağaçlar boy salıp büyüyor, sular çağlayıp akıyor, otlar yeşerip ağaçlar meyve veriyor ve bir hayvan olan anne, yavrusuna karşı şefîk olarak davranıyorsa; bütün bunlar Rahmân’ın cilveleridir. Ancak, bunlarda irâde yoktur ve bu varlıklar Rahmân’ın kendilerine talim ve takdir ettiği sınırlar içerisinde yaşamak mecburiyetindedirler.

Cehle sorarsan, ilim,

Zehre sorarsan, derman.

Rahmet meçhul kelime,

Bilinmez isim Rahman. (Necip Fazıl)

***

Hayal edilebilecek tüm huzurlar, tüm ümitler O’nun Rahman oluşu sayesindedir. Ümitsizlik insanın içini buruşturup onu öldüren bir şey olduğundan Kur’an-ı Kerim’ de Allah’ın rahmetinden ümit kesmek sapkınlık olarak görülmüş ve küfre eş tutulmuştur. (Yusuf, 12/87; Hicr, 15/56; Ankebut, 29/23; Zümer, 39/53).

Rabbimizin bu en yüce isminin tecelli ettiği insanlar herhangi bir ayrım yapmaksızın Allah’ın yarattığı bütün varlıklara merhamet gösterirler.

Rahman isminden elde edilecek feyiz ile kula düşen vazife, kalp gözü perdeli olan kulları şefkat ve nezaketle uyarmak, günahkarlara hakaret nazarıyla değil merhamet nazarıyla bakmak, dünyada işlenen her bir günahı musibet kabul edip onu ortadan kaldırmaya çalışmaktır. Çünkü her masiyet onu işleyeni Allah’tan uzaklaştırır ve Allah’tan uzaklaşmış insan merhamete en layık olan kimsedir. Tıpkı kainatın yöneticisinde olduğu gibi insanları idare eden kişilerin de emri altındakilere beslediği merhamet duygusu ve onların menfaatini koruma gayreti, gazabının, öfkesinin, kızgınlığının önüne geçmelidir. Nasıl Cenab-ı Hak bütün yaratılmışlara hayat ve varlık şartlarını eksiksiz sunuyorsa insanların işlerinin başına geçenler de onlara en uygun çalışma ortamını ve şartlarını sunmalıdır. Allah Teala kulun işlediği suçlar sebebiyle ona sunduğu imkanları kesmediği gibi onlar da insanlara tanıdıkları imkanları tehdit unsuru olarak kullanmamalıdırlar.

***

RAHMET VEYA MERHAMETİN MA’NÂSI:

Kalb yufkalığıdır. Sevdiklerimizden veya tanıdıklarımızdan birinin veya her hangi bir mahlûkun sıkıntı ve ızdırap içine düşmüş olduğunu öğrenince içimizde bir üzüntü duyar ve onun hâline acırız. İşte merhamet, kalbimizde böyle bir teessür ile başlar, bu teessürün tazyiki ile o zavallıyı sıkıntıdan kurtardığımız zaman, sona erer. Sâde acımak kâfi değildir. Acıyı giderip ferahlık vermeye muktedir olmak da lâzımdır. Filânca merhametlidir demek, acınacak hâdiseler karşısında müteessir olur, kederlenir demektir. Eğer o acıyı gidermeğe gücü yoksa, sâde kederlenmekle kalır, başkaca bir yardım yapmak elinden gelmez. Bu hal ile noksan bir merhamettir. Amma falanca merhametlidir, düşkünlere el uzatır, onlara yardım etmekten, iyilik yapmaktan zevk alır, demek, merhamet ma’nâsının tam bir ifadesidir. Şu halde merhamet, iyilik yapmağı istemek ve yeri gelince yapabilmek… Asıl makbul olan ve herkesin sevdiği ve övdüğü meziyet budur.

Allahu teâlâ, bütün bu eşyayı rahmetiyle yaratmış ve ezelden beri muamelâtı rahmet üzerine akıp gelmiştir. İnsanları temiz bir fıtrat üzerine yaratmış ve onlara hadsiz hesapsız ni’metler vermiştir. Verdiği bu ni’metleri arttırma ve ebedîleştirme yollarını bildirdiği gibi, o ni’metleri kötüye kullanmaları yüzünden zarar ve ziyana uğramak tehlikelerini de göstermiş, bu suretle kâr ve zarar yollarını açarak, bu yolların başında insanı serbest bırakmış ve fakat indirdiği kitaplar, gönderdiği peygamberler vasıtasıyla kâr yoluna gidenlerin, rızasıyla karşılaşacaklarını, zarar yoluna sapanların gadabına uğrayacaklarını da önden haber vererek kâr yoluna teşvik etmiştir.

İnsanın ileride, ebediyet âleminde karşılaşacağı ceza ve ihsanın, vukuundan önce bildirilmesi ne büyük bir lûtuftur.

Öyle İse Sevgili Okuyucu!

Sen de serbestliği hayra kullan, kâr yoluna git ki, verilen ni’metlerden sana ziyan gelmesin, küfrân-ı ni’met etmiş olmayasın. (Ali Osman Tatlısu-Esmaü’l Hüsna Şerhi)

***

Rahman olan Rabbimiz bu dünyada Mü’mine de, kafire de rahmetiyle muamele ediyor. İkisinin de toprağa attığı buğdaya on, yirmi, otuz, elli kat fazlasıyla buğday veriyor ama Mü’minlerden ihtiyaç sa­hiplerine yardım için verdiği bir iyiliği yedi yüz kat yapıyor.

Her Müslüman günde birçok defa “Bismillahirrahmanirrahim’derken Allah’ın, Rahman ve Rahim isimle­riyle zikir ve dua etmiş olur. Rahman’a iman eden bir Mü’min yaratılanlara karşı merhametli olmak durumun­dadır.

İman bir rahmettir. Mü’min insan, Allah’ın bütün kullarının iman edip cehennemde yanmaması için çırpınmalıdır.

Evden kaçan yavrusuna yanan anne yüreği gibi yanarak imana gelmesi için yalvarmalıdır. Aç insan veya hayvan gördüğünde kendi karnıymış gibi onu doyurmalıdır. Ciğer taşıyan her canlının derdine deva olmalıdır.

Kendini yakmak için üzerine benzin döken kişiyi kurtarmak için yalvaran ve kurtarmaya çalışan polis veya itfaiye erinden daha fazla yanan yürekle imansızların imana gelmesi için gayret göstermelidir.

Rahmanın öğrettiği Kur’an’ı, insanlığa öğretmemiz Rahman’a imanımızın eseridir.

“ER-RAHMAN” suresini okuyalım. (Mahmut Toptaş-Esmaü’l Hüsna Şerhi)

***

Hiçbir kimse bir ücret ödemeden, bir gayret göstermeden ni­metlere nail oluvermiştir. Ve yine bir kimsenin erkek olması, kadın olması, güzel olması, çirkin olması da kendi elinde değildir. Yüce Allah nasıl irade buyurmuşsa, o kul öyle yaratılmıştır.

Bir gün sokakta giden genç bir adama bir başka adam rastladı, biraz da kendisini beğenerek:

“Ey çirkin adam, dedi, yolumdan çekil!”

Genç adam, tam kâmil bir müslümana yakışan şekilde cevap verdi:

“A kardeş, yüzümü ben yaratmadım ki, onu dile­diğim gibi güzel veya çirkin yapayım! Rabbim öyle takdîr etmiş, ben ancak ona hamd ederim!”

Gerçekten doğru bir söz… Aslında kimsenin “Şu niye böyle, Şu neden şöyle!” demeye de bir hakkı yok. Çünkü insanın yaratılıp dünyaya gönderilmesi Allahü Teâlâ’nın rahmetinin eseridir. Rabbi kuluna böyle merhametle, rahmetle mua­mele eder de, kul, Rabbinin yaratıklarına Rabbinden ötürü şefkat göstermezse onun insanlıktan nasibi yok de­mektir.

Kalblerin incelmesi, şefkat ve merhametle dolması yine Allahü Teâlâ’nın güzel isimlerini anmakla olacaktır.

Cihanın evvelinde ve sonunda misli bulunmayan Nebiyy-i Zîşan (s.a.v) efendimiz:

“Merhamet etmeyene merhamet olunmaz!” buyur­muşlardır.

Gadab rahmetin zıddıdır. Yani ahlâk-ı İlâhînin muktezâsı değildir. Böyleyken bazı kere insanlığı felâketlerin vurması ve âfetler, halkın isyanı ve kendile­rine bahşedilen nimetleri kötüye kullanmaları neticesi ola­rak ikinci derecede tecellî eden Rabbânî bir hikmettir.

Eğer insanların isyanlarına karşı hemen ceza verilmiş olsa idi, belki âlemde kimse kalmazdı. Beşerin bunca isyanına ve nankörlüğüne mukabil Yüce Allah yine rahmetiyle muamele etmekte, düşmanlarına bile rızık vermekte­dir.

Şunu da unutmamak lâzımdır ki, âsîlere, Hakk’a baş kaldıranlara, mazlumları ezen zâlimlere karşı gadabın hükmü olan ceza olmasa idi, bu kere tâatle isyanın, iman­la inkârın, şükürle şükürsüzlüğün bir farkı kalmazdı. Hazreti Ebû Bekir (Radıyallahü Anh) Cennete gittiği gibi, küfrün başı Ebu Cehil de giderdi. Bu ise hikmete uymaz.

“Rahman” ism-i şerifi bize o sonsuz rahmet sahibinden ümit kesmememizi ve O’nun rahmetinin genişliğini anlatmaktadır. Âlemde bir lâhza yoktur ki, yaratıklar Yaratanın lütfuna mazhar olmasınlar…

Toprağa düşen dâneyi,

Rahmet-i Rahman büyütür.

Lâle, sünbül ve naneyi,

Rahmet-i Rahman büyütür!.

 

Çekirdek kabuğu yarsa,

Üzüm, incir her ne varsa,

Bir fidan yerde tutarsa,

Rahmet-i Rahman büyütür!..

 

Sayıya gelmez ki tek tek,

İsterse hep hesaba çek,

Arıları petek petek,

Rahmet-i Rahman büyütür!..

 

Keklik, ceylân, civciv, kuğu,

Anne rahminde çocuğu,

Dallarda her tomurcuğu,

Rahmet-i Rahman büyütür!..

 

Bir nazar et, göğe, yere,

Hangi şeye akıl ere?

Bir damlayı yüzbir kere,

Rahmet-i Rahman büyütür!..

(Mustafa Necati Bursalı-Esma-i Hüsna Şerhi)

***

Kullarına rahmet tabloları çizen Alluh-ü Teala Furkan surresinde:

Rahman’ın has kulları o kimselerdir ki;

onlar yerde tevazu ile yürürler.

Cahiller kendilerine laf atarsa “Selâmetle!” derler.

Geceyi Rab’lerine secde ve kıyam ile, ibadetle geçirirler.

“Ey Ulu Rabbimiz, derler, cehennem azabını bizden uzaklaştır. Zira onun azabı tahammülü zor, ömür tüketen bir derttir. Ne kötü bir varış yeri, ne fena bir yerleşim yeridir orası!”

Rahman’ın o has kulları, harcamalarında ne israf eder, ne de eli sıkı davranırlar; bu ikisinin arasında bir denge tuttururlar.

Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar.

Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler.

Zina etmezler. Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur. Kıyamette, o büyük duruşma gününde onun cezası katmerli olur ve azapta, zillet içinde ebedî kalır.

Ancak şu var ki dönüş yapıp iman edenler güzel ve makbul işler işleyenler bundan müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir.Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). Kim tövbe edip, güzel ve makbul işler yaparsa, gereğince tövbe eden işte odur.
O kullar, yalan şahitlik etmezler.

Boş söz ve işlere rastladıklarında vakarla oradan geçip giderler.

Kendilerine Rab’lerinin âyetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağırlar ve körler gibi davranmazlar. Ve şöyle niyaz ederler:

“Ey keremi bol Rabbimiz! Bize gözümüzün, gönlümüzün süruru olan temiz eşler ve nesiller ihsan eyle, bizi müttakilere önder eyle!” (Furkan, 63-74) biçiminde vererek dinin sadece temenni­lerle olamıyacağının ölçüsünü koymuştur. Konuşarak neyi ispatlar ve doğrularız. İnsanlık binlerce yıldır konuşma ve ta­vırların aynı paralelde gitmediğini görerek daha ziyade aksiyoner yapının önemi üzerinde durmuştur, ideal örneklerin in­san hayatında Önemli rolü inkar edilemez.

Yüce Tanrı’nın Rahman sıfatını öne çıkarması insan içinde çok önemli bir gerçek olmalıdır. İnsan etrafında meydana gelen olaylarda önce merhametten yana olmalı bağışlayıcı tavırları ile zor anların sıkıntılarını hafifletmeli. insanları Rahmete çağıralım, yaptığımız yanlışları gelin önce Rahmet ırmağında temizle­yelim. Yağmur gibi bereketli, toprak gibi aziz olalım.

Hazreti Peygamberin şu ifadelerine geldiğimizde o yüce dostun dilinden bize tanıtılan Rahmanı daha iyi anlıyoruz.

“Allah rahmeti yüz parçaya bölüp bunun doksan dokuzunu kendi katında tuttu ve yüzde birini yeryüzüne indirdi. İşte mahlukların tüm rahmet gösterileri bu yüzde birlik kısmın te­cellileridir. Anne atın yavrusuna zarar verir diye ayağını hep yukarıda tutması bile, bu yüzde birlik rahmetin eseridir.”

Rahmet yollarına koyduğu işaret levhalarıyla insanı uyaran yüce ya­ratıcı kitapları ve peygamberleri ile insanın doğumundan başlattığı dünya hayatının öncesi ve sonrasında karşısına çı­kacak olayları da anlatarak rahmetini esirgemediğini bir daha anlatmıştır.

Şerefli kılındık kâl-û belâdan

Bir zaman geçeriz dar-ı fenadan

Vazgeçmez gönlümüz meth-ü senadan

Rahman adın söyler dudaklarımız (Semih Sergen)

(Ali Büyükçapar-İsm-i Azam(Esma-ül Hüsna)-İnsan Saati Yayınları)

***

Mü’minler önce Allah’ın gafil kullarına merhamet edip onları olanca güçleriyle Allah yo­luna vaaz ve nasihat etmek suretiyle çevirmeye gayret etmeliler. Böyle bir teşeb­büste bulunduklarında şiddet yolundan ziyade yumuşaklık ve şefkat yollarını tercih etmeliler: Asilere de merhamet gözü ile bakmalılar, eziyet ve zulüm nazarı ile değil…

Mü’minin başlıca sayesi-çabası, insanlardan sadır olan her masiyet-kötülük sanki kendi nefsinden sadır oluyormuş gibi, o masiyeti onlardan bertaraf etmeye olanca gücüyle çalışmak ve bu suretle onları Allah’ın gazabına uğramaktan kurtarmak olmalıdır.

Mü’minin “Rahim” isminden istifade edeceği hususta şudur:

Gücü yettiği kadar muhtaç durumda olan kimselerin ihtiya­cını karışılar, yanında ve memleketinde ihtiyacını karşılamadığı hiç bir fakir bırakmaz. Muhtaçların ihtiyaçlarını ya para ile ya da nüfuzu ile veyahut hayra delâlet etmekle, daha olmazsa zengin ve söz sahibi olan kişilere başvurmak suretiyle karşılar. Bu say­dıklarımızdan aciz olursa, o zaman ona hayırlı dualar yapmak suretiyle onun hüzün ve kederini paylaşır… (İmam-ı Gazali-Esma-i Hüsnâ Şerhi-Ferşat Yayınları)

***

Lutfunda, rahmetinde sonsuz bir ummansın..

Dertliye devasın Yârab, hastaya dermansın…

İlâhî merhametinden bir katrecik nasib

Alabilen gönüller erilmez sevdaya sahib…

Merhamet bilmeyen yürek ateşlere yansın,

Lutfeyle ki İlâhî, yarattığın şu yürek

Her vuruşta o güzel adını zikreylesin,

Rahmeyle ki şu akıl hep Seni fikreylesin,

Kerem kıl ki diller Seni söylesin,

Hep Seni ansın…

Esirgeyensin İlâhî, bağışlayansın;

Âlemleri merhametiyle saran Rahmân’sın…

(Esma-i Hüsnâ’dan Esintiler-Sadettin Kaplan-Marifet Yayınları)

***

HAZRETİ İBRAHİM’İN MECÛSÎ MİSAFİRİ

Hazreti İbrahim hiç misafirsiz sofraya oturmazmış. Bazen misafir bulabilmek için 1-2 mil şehrin dışına doğru çıktığı bile rivâyet edilir.

Yine bir gün misafiri olmadığı bir akşam dışarı çıkarak misafir aramaya başlar. Uzaklarda bir yerde yaşlı bir misafir bulur. Onun koluna girerek eve getirir ve sofrasına oturtur. Misafir yemeğe besmele çekmeden başlar. Hazreti İbrahim’in dikkatini çeker,

“Sen besmele çekmeyi unuttun!” der.

Misafir,

“Ben besmele çekmem. Çünkü Müslüman değilim, mecusiyim!” der.

Hazreti İbrahim kızar ve “Ben böyle biriyle yemek yemem!” diyerek misafiri azarlar ve misafir de sofradan yemek yemeden kalkar gider.

Bunun üzerine Yüce Allah (c.c.), Hazreti İbrahim’e Cebrâîl (a.s) vasıtasıyla vahiy gönderir:

“Yâ İbrahim! Bana inanmadığını bildiğim hâlde yıllardır Ben onun rızkını veriyorum. Ama sen daha yeni öğrendiğin hâlde, bir öğün yemeği ona çok gördün. Hemen çık, mecusiyi bul ve af dile!”

Hazreti İbrahim derhâl dışarı çıkar ve mecusiyi arar bulur.

***

Yâ Rab! Yönelt hak yoluna

Tut elimden, kaldır beni

Merhamet et, kem kuluna

Rahmetine daldır beni

 

Nefs elinde bir şikârım

Senden ayrı hiçtir varım

Bunca yıllık günahkârım

Beni bana buldur beni

  1. Cengiz ALPAY

***

ER-RAHMÂN (C.C.)

*Dünya hayatı içinde inanan veya inanmayan herkese sayısız nimetler ihsan eden.

 

Rahmân ism-i celîlin

İki cihan tâcıdır

Ya Rabbî senin affın

Mü’minin mirâcıdır

 

Nimetin gelmez dile

Acırsın her bir kula

Zâtına münkir bile

Rızkının muhtâcıdır

 

Yârisin ehl-i dîlin

Mahzûn olmaz halîlin

Senin ism-i celîlin

Her derdin ilâcıdır

 

Âdemin aklı erse

Senindir her ne görse

Yaratılmış ne varsa

Hep Senden ricâcıdır

 

Hünkâr-ı Kerîm Sensin

Rahmân u Rahîm Sensin

Fettâh u Alîm Sensin

Kulların duacıdır…

***

YA RAHMAN!

Sen öyle rahmet edersin ki rahmetinin bir cilvesi cennetim olur.

Rahmetinden bir parıltı sonsuz mutluluğumdur.

Rahmetinin bir damlası herkesin rızkına kefil olur.

Şu çorak gönlüme merhametini indir!

Şu fani ömrümü sonsuzluğa eriştir!

(99 Esma ve Dua-Sena-i Demirci-Timaş Yayınları)

***

DUA

Sen öyle rahmet edersin ki, rahmetinin tecellisiyle her zerre, hayat bulur. Rahmetinin bir cilvesi, tüm günahlarımızı silerek, bizi Cennet’ine sokar. Şu çorak gönlümüzü rahmetinle serinlet yâ Rabbî!

Yâ Rabbî!

Senden maddî ve manevî rızık talep ediyoruz, bizleri onlardan mahrum eyleme! Rızana ve rızkına nâil

eyle bizleri!

Yâ Rabbî!

Sen öyle Rahmân’sın ki, Rahmân esmân ile kâinat rahmete ulaşır.

Allah’ım!

Gazabından rızana, azabından affına sığınırım! Senden, Sana sığınırım!

Âmîn.

***

Videolar: