Bizi Seven Var 7. "Kainat Kitabını Okumak"

Bizi Seven Var 10. “Kâinat Kitabını Okumak” 10.Sınıf 2.Ders

KÂİNAT KİTABINI OKUMAK

İnsan kâinat kitabını satır satır, kelime kelime tetkik etmeli, o yolla bizlere ulaştırılmak istenen mesajı kavramaya çalışmalıdır.

Bu düşünceyle baktığımızda, kâinat kitabında yer alan her biri birer satır, cümle, kelime ve harf gibi olan her bir yaratığın birer mektup gibi mânâlarla dolu oldukları görülecektir.

Elimize bir mektup verseler, önce kimden ve nereden geldiğine bakarız. Açıp okumaya başladığımızda da anlatılanlara dikkatle göz gezdirir, muhtevâsına göre sevinç veya üzüntü duyarız. Çok sevdiğimiz birisinden gelen bir mektubun bizce çok büyük değeri vardır, yıllarca titizlikle sakladığımız mektuplar da yok değildir.

Evet, her bir yaratık İlahî mesajlar taşıyan, birçok gerçeği birden hatırlatan, engin mânâlarla dolu eşsiz değerde birer mektuptur. Bu mektuplardaki mesajları almak, mânâlarını anlamak, araştırmak ise şuurlu birer yaratık olan biz insanlara düşüyor. Sinekten kelebeğe, zerreden küreye, yerden göğe kadar her şeyi bir mektup gibi mütalaa etmek, sır ve inceliklerini kavramakla mükellefiz.

Bu nasıl olacaktır?

Nasıl mektup söz konusu olunca, “Kim göndermiş? Niçin göndermiş? Neler anlatıyor?” gibi sorular akla geliyor ve mektup bu ölçüler içerisinde değerlendiriliyorsa, bir çiçeğe baktığımızda da “Kim yaratmış? Niçin yaratmış? Yaratıcının bununla bize anlatmak istediği şeyler nelerdir?” diye düşünmek ve bunları öğrenmekle yükümlüyüz. Bunları ise o mektubu bir tablo gibi gözümüzün önüne seren Yaratıcının gönderdiği katalog mahiyetindeki kitaptan, yani Kur’ân’dan öğreneceğiz. Demek oluyor ki her bir yaratık incelenmeye, üzerinde durup düşünülmeye lâyık ibretli, mânâlı birer mütalaagâhtır.

Evet, yaratıkların hareket ve faaliyetleri birer konuşmadan ibarettir. Her bir yaratık bir kelimedir. Bu kelimeler okuma yazma bilmeyen, azıcık aklı bulunanların dahi okuyup anlayabileceği açıklık ve netliktedir. Kör olmayan herkes görür, düşüncesi dumura uğramamış herkes anlar.

Kısaca insan, şu dünya misafirhanesinde, her şeyden önce kendini misafir gibi ağırlayan Cenab-ı Hakkı tanımak, eserlerini tefekkür ederek büyüklüğünü anlamak, ikram ettiği nimetleri ve bahşettiği organ ve kabiliyetleri veriliş maksadına uygun tarzda kullanmakla vazifelidir. Dünya ve âhiret saadeti buna bağlıdır. (İlimlerin Diliyle Allah-Şaban Döğen-Gençlik Yayınları)

Düşünmüyorsun, düşünemeyişini de düşünmüyorsun.

Kim boyadı mevsimleri?

Kim yapar yumurtadan kuşu, topraktan kirazı, yoncadan sütü?

Hangi ustadır patlıcan tavadan, mercimek çorbasından, bulgur pilavından göz, kulak, burun, dil yapan?

Resul dayının fırınında kavrulan ekmek insan bedeninde nasıl can kazanıyor?

Gözlerini asfalta dikerek yürürken görüyorum seni, başını kaldırıp da bakmıyorsun semaya. Sen bakarsan o da bakacak yıldız gözleriyle, gülümseyecek ay yüzüyle. Hayret makamına yüksel de bak, neler var cihanda. Gazetelere bedel şu âlemin sayfalarını oku da gör ne haberler var ötelerden?

Kimlere hayret ediyorsun ya da nelere?

Elindeki beş topu birbirine dokundurmadan beş dakika döndürenlere şaşarak bakıyor, ama on iki dev gezegeni güneşin etrafında milyon senedir birbirine çaptırmadan döndüren kudrete dönüp bakmıyorsun bile. Resmini sana benzetenlere hayran oluyor, seni sen yapanı hatırlamıyorsun. Aynaya bakıyor, eşsiz bir sanat eseri olan yüzünü görüyor, ama görmüyorsun sanatkârını. Sormuyorsun kim?

Sorularla yaşarsan, cevaplarla coşarsın!

Suallerle yürümeyen cevaplara varamaz.

İmanla kabre giremeyen bir insan dünyanın sultanı da olsa kaç para eder?

Günahlardan sakınmamakla nefsine zulmedenden daha zalim kim vardır?

Her şeyin dizgini elinde olanı unutan mümin, cehennem azabını dünyada yaşar.

Her şey yerli yerinde

ANLATILIR Kİ, Nasreddin Hoca, bir yolculuk esnasında ceviz ağacının altında dinlenirken, ceviz ağacının meyveleri­nin küçük, ama karşısındaki kabak bitkisinin meyvelerinin büyük olması dikkatini çekmiş.

“Allah’ım, hikmetinden sual olunmaz, ama bu kocaman ağaca bu küçük küçük meyveler, ama şu küçücük bitkiye bü­yük büyük kabaklar vermişsin. Acaba niye?” demiş.

Bu düşüncelerle meşgul iken tatlı bir uykuya dalmış. Bi­razdan başına bir ceviz düşmesiyle uyanmış:

“Aman ya Rabbi! Sana şükürler olsun. Ya benim düşün­düğüm gibi bunları yaratsaydın? Ne olurdu benim halim?” demiş.

Gerçekten de insan, şu âleme dikkatle baktığında, her şe­yin yerli yerinde olduğunu görür. Öyle ki, herhangi bir şeyi yaratıldığı tarzdan başka şekilde düşünüp, “Böylesi daha iyi olurdu” diyemeyiz.

Nasreddin Hoca, artık her şeyin yerli yerinde olduğunun farkındadır. Bir gün cemaate tatlı tatlı sohbet ederken, “Ey cemaat,” demiş, “Allah, deveye kanat takmamakla bize ne büyük lütufta bulunmuş biliyor musunuz?”

Cemaat: “Hayır Hocam, bilmiyoruz” demişler. Hoca sözüne şöyle devam etmiş:

“Şimdi düşünün, devenin kanatları olsaydı, havada kuşlar gibi uçsaydı, sonra sizin evinizin damına ya da bahçedeki ağaçlarınıza konsaydı, ne olurdu haliniz?”

Videolar:

0.10.Muhteşem Kitap Kâinat-(Videovav.com) 3 Dk