Featured Video Play Icon

Bizi Seven Var 138 “Allah-Lafza-i Celal” 9.Sınıf 33.Ders

ALLAH-LAFZA-İ CELAL

Rabbimizin güzel isimlerini, Esmâ-i Hüsnâ’sını tanımak ve anlamak için gözleriniz, aklınız, kalbiniz ve ruhunuz ile buyurun bu güzel, doyma bilmeyeceğiniz, huzuru bulacağınız, seveceğiniz, sevinip sevileceğiniz, sevgiye ereceğiniz seyahate…

***

“Allah odur ki, O’ndan başka ilâh yoktur. En güzel isimler O’nundur.” (Tâ-Hâ: 20/ 8.)

Allah ismi, bütün ilâhî isimleri câmidir, yani hepsini içine alır. Esmâü’l-Hüsnâ içinde de bu mübarek isim asıldır. Öteki isimler buna tâbidir. Bütün isimler Allah’ın isimleridir,” denilir, ama ‘Allah, Rahmân’ın ismidir, Rahîm’in ismidir…’ denilmez.

Allah diyen bir kul, bütün ilâhî sıfatları ve bütün esmâ-i hüsnayı birden zikrettiğini bilerek, kendisini ilâhî isimlerin en parlak tecellisi ve ilâhî sıfatlardan haber veren bir hilkat mucizesi olarak yaratan Rabbine sonsuz hamd ve senâ eder.

Lafza-i Celâl denilen bu ism-i âzamı okuyan bir mü’min, ‘uluhiyet’ hakikatini düşünür ve ondan ‘ubudiyet’, yani kulluk hakikatine intikal eder. Bu ise saadetlerin en büyüğüdür. (Esmâ-i Hüsna Allah’ın Güzel İsimleri-Prof. Dr. Alaaddin Başar-Zafer Yayınları)

***

Allah o İlahtır ki Kendisinden başka ilah yoktur. Haydır, kayyûmdur.

Kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutar.

Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur.

İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine?

Yarattığı mahlûkların önünde ardında ne var, hepsini bilir.

Mahlûklar ise O’nun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar.

O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır.

Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na ağır gelmez, O öyle ulu, öyle büyüktür. (Bakara, 2/255)

***

Tutuşturanlar, lûgat kitabını elime,

Bilsin: Allah’tan başka bilmiyorum kelime..

Ne var ki, pazarlığa girişecek ecelle;

Sermayem tek kelime, ALLAH azze ve celle….

(Necip Fazıl)

Bütün İlâhî isimlere ve bütün kemâl sıfatlara sahip olan, varlığı vacip yegane Zât…

Kâinatı yaratan ve idare eden en yüce varlık…

Görülüp görülmeyen bütün varlıkların yaratıcısı, varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, ilmi, iradesi, kudreti ve görüşü sonsuz olan…

Her türlü noksan sıfatlardan uzak, bütün güzel isimlerin, yüce ve ezelî sıfatların sahibi ve her şeyin gerçek mâbudu olan…

Varlığı zaruri olan ve bütün övgülere lâyık bulunan zatın ismi…

Gerçek mâbudun ve tek yaratıcının özel ismi…

En yüce varlık, bütün kemâl sıfatları şahsında bulunduran ve her türlü noksan sıfatlardan uzak olan gerçek mabut…

Kalpler Allah’ı zikirle itminana kavuşur. Bütün kırık gönüller Allah’a vardıkları zaman içlerinde sekine(kalb huzuru ve sükûneti) hasıl olur.

Bütün kalbi kırıkların melcei, mencei (sığınağı) Allah’tır. Allah mü’min için bir hayret kaynağıdır. Allah hakkında ma’rifetini artıran herkes hayrete dalacaktır. Allah bütün insanların ma’bûdudur. Allah, Allah olduğu için Ma’bûd’dur.

Bu ism-i şerifin hükmüne göre kul için yapılması gereken şey, tam ve kâmil bir insan olmağa çalışmaklar. Yâni mümkün ol­duğu kadar noksanlarını azaltmağa, faziletlerini çoğaltmağa gayret etmektir.

İç gözlerine hikmet sürmesi çekilen Allah’ın velî kulları hep bu ism-i şerifi anarak yüceliklere kanat açmışlardır.

Yine bu mübarek isme hürmet gösterenler İlâhî rah­mete mazhar olmuşlar, kerametle taçlanmışlardır.

Şimdi şu hale bakınız:

Zünnun Mısrî (k.s.) bir gün kırlara çıkmıştı. Orada iki gözü kör bir kuş gördü. Kuş ağaçtan yere indi gagasıyla toprağı eşerek altın bir kutu çıkardı. İçindeki soyulmuş susamdan doyuncaya kadar yedi. Son­ra yerden bir başka kutu çıkardı. O kutu da su doluydu. Kanıncaya kadar suyunu içti. Kutuları tekrar yere gömdü ve kanat çırparak ağacın dalına kondu. Topraktaki yerler birden belirsiz oldu.

Bu müthiş manzarayı gören Zünnun candan gönülden Allah’a tevekkül etti ve Allahü Teâlâ’nın mahlukatına karşı olan bu rahmeti onun gönlünü deryalar gibi coşturdu. Birkaç mil gitti. Önüne bir virane çıktı.

Viranede üç beş derviş kılıklı adam. Onlara selâm ver­di ve geceyi o kulübede geçirdi. Zünnun bir küp de altın buldu. İnsanları deli dîvane eden çil çil altın.

Küpün kapağı üzerinde Allah ism-i şerifi yazılı idi. Eli­ni küpe sokup altınları çıkardı, avuç avuç dervişlerin eteğine döktü ve dedi:

“Haydi seni sevenlerin koynuna gir!” Allah ism-i şerifi yazılı tahta kapağıı da kendi alıp bir köşeye uzandı. Uyandıkça Allah ismi yazılı tahtayı öpüp başına koyuyor, gözlerine sürüyordu. O derviş kılıklı kişiler altınları nasıl sevip mest oldularsa, Zünnun da Allah ism-i şerifini öptükçe bin kat daha mest oluyordu. Derken bir rüya gördü. Ona şöyle sesleniliyordu:

“Ey Zünnun! Arkadaşların altın ve cevher aldılar. Sen benim adımı azîz tuttun, öpüp başına koydun. Ben de seni dünya ve âhirette azîz kılacağım!”

Ve gerçekten Rabbi Teâlâ onu azîz kıldı. Tâ o günden bugüne Zünnun hayırla yâd edilmektedir, kıyamete kadar da bu hâl devam edecektir. O, altınları değil, Allah’ın mübarek ismini öpüp başına koyduğu için bu devleti elde etmiştir. İşte Allah isminde böyle tecelliler ve sırlar vardır. Allah diyen hiçbir zaman mahrum kalmaz.

Bir kul tâ candan yürekten “Allah” dediğinde Cenâb-ı Hakk’ı bütün sıfatlarıyla anmış olur. Hattâ şeyhler müridlerine bu ismi tâlim buyururlar.

Meselâ: Her gün seher vaktinde üç bin defa Allah ismini zikret derler. O kişi de böyle yapa yapa ma’rifet nurları elde eder. Zaten en büyük ibadet Allah’ı zikretmektir.

İnsan bu mübarek ismi kalbiyle zikrede zikrede Rabbine karşı sevgi ve muhabbeti dayanılmaz hâle gelir.

Bu mübarek ismin feyziyle gönüllerde cennet çiçekleri açmış, velîler ve âşıklara bu isim gıda olmuştur. Allah lafzı duaların zirvesi, darda kalmışların sığnağı, gözü yaşlı insanların esenliğidir.

Sevginin doğal sonucu itaattir, yani sevilen varlığın emirlerine uymak ve yasaklarından kaçınmaktır. Allah dışındaki varlıkları sevip onlara İslam’a aykırı konularda itaat etmek, onları ma’bud, ilah edinmek demektir. Allah için sevmekle, Allah gibi sevmek aynı değildir. Allah’ı sevenler peygamberleri ve mü‟minleri severler. Ancak Allah’ı sever gibi değil, Allah emrettiği için severler. Gönüle doğan her duyguya, akla gelen her düşünceye itaat etmek, sevilen bir şeyi veya kimseyi ma’but kabul etmek, onları ilahlık makamına yükseltmektir. Bu durum ise Allah’ın hakkına bir zulümdür.

Mevlânâ Hazretleri, Kâdir-i Mutlak hazretlerine bu­yurmuşlar ki,

“Ey sevgilim, bu güzel cennet gibi âlemde bu ilk ba­har günlerinde gönlüm Senin aşkında dolu oldukça bütün bunlar neye yarar gözüm. Onları görmez. Senden gözümü ayırıp onlara bakmam. Dünya derdine düşüp de Senden gafil isem, bu âlem yine bana yaramaz. Bir zindan demektir. Fânî geçici bir varlıktır. Sensiz, aşksız bir âlemi ne yapayım?”

“Kime, nereye gider, yetîm Senin, dul Senin.

Bir başka kapı bilmez, Yâ Rabbi, bu kul Senin!

Züleyhâ’lar, Yûsuf’lar, aşkına kanat açtı,

Sen öyle sultansın ki, zengin ve yoksul Senin!..”

Allahu Teâlâ Bir’dir. Ulûhiyyet yalnız O’na mahsustur. Çünkü yaratan O’dur. O, bütün kemâl sıfatlarla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh ve mukaddestir.

Eşi, misli ve benzeri olmadığı gibi, mülkünde de ortağı yoktur. O, dilediğini azîz, dilediğini zelîl eder. O’nun kud­retinin karşısında durabilecek bir güç mevcut değildir.

Yaratır,

Yok eder,

Diriltir,

Öldürür,

Aziz eder,

Zelîl kılar,

Rızık verir,

Rızkı daraltır,

Zengin eder,

Mahrum bırakır.

Yani hiç kimse “Bunu niçin böyle yaptın?” diye O’na soramaz. Gökler O’nun, yer O’nun, Cennet O’nun, Arş-ı Kerîm O’nundur. O, hiçbir şeye benzemediği gibi, yine bir başka şeyle kıyas etmek de mümkün değildir.

Kul, bir gedâ, köle olduğu için her an sultanın emrinde bu­lunması gerekir. Rabbinin sonsuz kudret ve azametini tanıyan bir kimse artık nasıl olur ki, ona isyan edebilsin!..

Allah dediğimizde, bütün âlemlerin Rabbi, mülkünde ortağı olmayan, eşi ve benzeri bulunmayan Zât-ı Kib­riya’yı hatırlarız. Bizim hayata mazhar oluşumuz O’nun rahmetinin eseridir. Bir zamanlar ne biz vardık, ne içinde bulunduğumuz bu kâinat vardı. Hatta zaman da yoktu, mekân da yoktu, yokluk bile yoktu. Bütün bunları vücuda getiren, bütün eşyayı icat eden Allahü Teâlâ’dır. O kadar ki, bir lahza âlemi kendi haline bırakacak olsa gökler yer­ler birbirine geçer, yıldızlar kar taneleri gibi dökülür ve hiçbir şey yerinde kalmaz.

Bir düşünelim ki:

Güneş binlerce senedir kâinata ışık tutmakta, dünya onun etrafında dönmekte ve fakat onun sıcaklığı hiç eksilmemektedir. İnsanlar dünya kadar ateş yaksalar nihayet o ateşe dağlar dayanmaz ve ateş söner. Güneş lâlesini durmadan güldüren bu muazzam kudrete inanmamak, kafası olup da aklı olmayan kişilerin harcıdır.

Ya şu ırmaklar? Bunların suyu nereden geliyor? Bin­lerce senedir Nil nehri aynı heybetle akıp gitmektedir. O su devamlı yaratılmasaydı Nil’in akması mümkün olur muydu?

Bir damla suyun insan olarak varlık bulması ve o in­sanın hayat bulunca kendisini yaratan sonsuz kudreti tanımaması, tanımak da istememesi ne büyük felâket…

Bir lâhza, bir nefes yoktur ki, insanlar ve diğer mahlûklar Cenâb-ı Hakk’ın nimetlerine, keremine mazhar olmasın… Rahman ve Rahîm Allah, toprakta taneler yarattığı gibi, o taneleri kırıp öğütecek dişler de vermiştir. Ya mide içinde olan harika fabrika nedir? Yediğin bir lok­ma, hangi makinelerden geçip kan haline gelmektedir?

Kim Allah emrinde Elif gibi dosdoğru olur ve Rabbini bu güzel isimlerle zikrederse iki cihanın saadeti ona bağışlanır. O istemese de nimetler ardınca yürür.

Ey hamd, şükür ve senanın tek sahibi, ey bütün âlem halkının rabbi. Seni tenzih ve tesbih ederiz. Senden başka ibâdete layık hiçbir ilâh yoktur.

“Allah” isminin bu rüçhaniyetini Efen dimizin şu duasında görürüz:

“Allah’ım! Sana temiz, hoş, mübarek ve en çok sevdiğin; o isimle dua edildiğinde kabul ettiğin, o isimle istendiğinde verdiğin, o isimle merhamet dilendiğinde merhamet ettiğin, o isimle kurtuluş talep edenleri kurtardığın ismine sığınarak yalvarıyorum.” (İbn Mace, Dua, 9)

***

O ne madde, ne cevher. Zât-ı Kibriya tekdir,

Selim akıllar O’nu imanla bilecektir!..

 

İnsanlar bir değil ki, güzeli var, hası var,

Hakk’a kul olanların bin türlü sevdası var!

***

Semâ, güneş, ay, yıldız, toprak, hava, su O’nun.

Misk ü anber O’nundur, gülün kokusu O’nun!

Bütün güzellikleri yaratan Hak, ey oğul,

Rahmeti inmededir gökler dolusu O’nun!..

 

Allah’tır en büyük kudret sahibi,

Bin âlem yaratır bu dünya gibi!..

***

ALLAH DEYU DEYU

Şol Cennet’in ırmakları

Akar, Allah deyu deyu

Çıkmış İslâm bülbülleri

Öter, Allah deyu deyu

 

Salınır Tûbâ dalları

Kur’an okur hem dilleri

Cennet bağının gülleri

Kokar, Allah deyu deyu

 

Kimler yiyip kimler içer

Hep melekler rahmet40 saçar

İdris nebî hulle biçer

Diker, Allah deyu deyu

 

Altındandır direkleri

Gümüştendir yaprakları

Uzadıkça budakları

Biter, Allah deyu deyu

 

Aydan arıdır yüzleri

Şekerden tatlı sözleri

Cennette hûrî kızları

Gezer, Allah deyu deyu

 

Hakk’a âşık olan kişi

Akar gözlerinden yaşı

Pür nûr olur içi dışı

Söyler, Allah deyu deyu

 

Açıldı gökler kapısı

Rahmetle doldu hepsi

Sekiz Cennet’in kapısı

Açar, Allah deyu deyu

 

Rıdvan durur kapı açan

Hulle donlarını biçen

Kevser şarabını içen

Kanar, Allah deyu deyu

 

Yunus Emre’m! Var yarına

Koyma bu günü yarına

Yarın Hakk’ın divânına

Varam Allah deyu deyu

Yunus EMRE

***

Rabbim! Güzel adını haz ile çağırırım.

Gündüz, gece, kış, bahar, yaz ile çağırırım!

Benim ümit gözüme hikmet sürmeleri çek,

Kapının eşiğinde naz ile çağırırım!..

***

Sensin İlâh, Rab bana,

Yâ Azîzü, Yâ Celîl.

Verme ızdırab bana,

Yâ Azîzü,Yâ Celîl!

 

Can lâlemi hâr etme,

Sen sonumu nâr etme,

Bir başkaya yâr etme,

Yâ Azîzü, Yâ Celîl!

 

Bırakma bana beni,

Bende et Sana beni,

Erdir ihsana beni,

Yâ Azîz ü, Yâ Celîl!

(Esma-i Hüsnâ Şerhi-Mustafa Necati Bursalı)

***

Yârabbi kulluk Sanadır, inandım ki ilâh Sensin,

Esirgeyensin kulunu her belâdan, felâh Sensin,

Yârab Senin gazabından yine sığınırız Sana;

Sığınacak liman Sende, yâ İlâhî penâh Sensin!..

Yârabbi!..

Yâ İlâhî yakma bizi nârınla,

Nurunla yandır!..

Gözümüzde küfrün kadife tülü;

Yârab, koyma bizi bizle,

Gaflet uykusundan kalbi uyandır!..

Uzaklarda değil ölüm meleği;

Eledik unları, astık eleği,

Yalnız Sensin gönlümüzün dileği,

Bizi vuslat günümüze inandır.

“Dön” emrinle herşey dönecek Sana,

Titriyor her zerrem Allah dedikçe;

Bu an, o andır…

Rahmeyle fakire, al elim Yârab!

Bir ömür sonunda elimde kalan;

Allah diyen bir dil, bir kuru candır…

(Esma-i Hüsnâ’dan Esintiler-Sadettin Kaplan-Marifet Yayınları)

***

Aldırma aksın yaşın,

Bu olsun arkadaşın,

Dara düşerse başın,

Sen, Allah de, Allah de!..

 

Bir kuş olur can kafeste,

İşte budur ulvî beste,

İlk nefes ve son nefeste,

Sen, Allah de, Allah de!..

(Esma-i Hüsnâ Şerhi-Mustafa Necati Bursalı)

***

ALLAH(cc)

Sensin Allah(cc), Sanadır kulluğum

Sendedir çarem, Seninledir varlığım

Seni arar ruhum, Seni anar kalbim

Başkasına değil, Sana muhtacım

Başkasını değil, Seni çağırırım

Başkası yaratılmıştır, Sen yaradansın

Başkası devamsızdır, Sen daimsin ve daim eyleyensin

Başkaları muhtaçtır, Sen ihtiyaçsızsın, ihtiyaçları görensin

Başka ilah yok, Sen Allah(cc)’sın

Sen ki eşi benzeri olmayansın

Sen ki bütün eksiksiz sıfatların sahibisin

Cemaline çevir yüzümü başkasına rağbet ettirme kalbimi!

(99 Esma ve Dua-Sena-i Demirci-Timaş Yayınları)

***

“Şad olmayan, sevinip neşelenmeyen gönlümün ahı, ne zamana dek, arşa çıkıp duracak; hasretle ettiğim feryad ne vakte dek gökleri ağlatacak? Ateşten doğan ağlayıp inleyişim, niceye bir canı yakıp duracak.

Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa, istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, Sana güçlük mü var?

Karıncaysam, mumuna karşı pervane haline getir, kabul et, suysam değer biçilmez inci yap, al beni. Taşsam Ka’be yap, köşk haline sok, kabul et beni.

Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, Sana güçlük mü var?

Seninle buluşmaya, Sana kavuşmaya kaabiliyetim yoksa kaabiliyet ver. Elimde, avucumda bir şey kalmamışsa bana yeniden sermaye ver. Yalnızca, duyduğum sözleri nakledi­yorsam, sözlerimi hale döndür, beni naklettiğim güzel şeyler­le hallendir.

Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, Sana güçlük mü var?

Kudretini inkâr eden bir kâfirsem müslüman et beni. Ni­metini inkâr ediyorsam şükreder bir hale getir beni. Ben aşa­ğı ve acizsem rahmetini daha da artır.

Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, Sana güçlük mü var?

Maksadın alıp satmak, kar, ziyan etmek değil ya! Lütfun, keremin, bir sebebin ipine bağlanmamış ya. Lütfunu garezsiz, ivazsız, karşılıksız ummak suç değil ya.

Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, Sana güçlük mü var?

İşi gücü akla sığmaz kötülük olan ve hiç de temiz olma­yan Galib’i bağışla da bari o da keremine, cömertliğine layık olsun, elinde, avucunda birşeycik yoksa bile bu çaresizi red­detme.

Lütfuna nail olmaya istidadım yoksa istidat sahibi et beni, ey kerem ve ihsan etmeyi adet edinmiş padişahım, Sana güçlük mü var?” (Şeyh Galip)

***

Allahım!

Esmâ-i hüsnâ hakkı için Senden hemen yardımını dilerim.

“Ey Allah! Ey Rahmân!

Celâlin ve cemâlinin nuru hakkı için senden kitabını bana öğrettiğin gibi hafızamda tutmamı ve razı olduğun şekilde okumamı nasip etmeni istiyorum.

Ey Allah! Ey Rahmân!

Senden kitabınla gözlerimi aydınlatmanı, onunla dilimi açmanı, onunla kalbimden üzüntüyü gidermeni, göğsümü ferahlandırmanı ve bedenimi yıkamanı diliyorum. Zira hakkı bulmakta ancak Sen yardımcı olursun, onu bana ancak Sen verirsin. Güç, kuvvet ve hareket ancak Allah iledir.”

***

YA ALLAH (C.C)-66

Zikir adedi 66 dır.

1.İmam-ı Gazali’ye göre, Cuma günü 1000 (bin) ke­re “Allah” ismini zikreden kimse, evliyalar arasına girer.

2.Cuma günü, Cuma namazından önce 100 (yüz) kere “Allah” diyen kimsenin istediği şey yerine gelir de­nilmiştir.

3.Her gün 1000 (bin) defa bu şerefli ismi zikreden kimse, manen terakki eder ve selim bir kalbe ulaşır.

4.Yüce Allah’ın bu cami (toplayıcı) ve şerefli ismi bir hastaya 200 (iki yüz) kere okunsa, hastanın eceli gelmemişse şifaya kavuşur denilmiştir.

5.Her kim, bu yüce ismin zikriyle meşgul olursa, kalbinden Allah sevgisinden başka her şey silinir. Gönlü­ne İlahî tecelliler ve nurlar dolar. İnsan, cin, hayvan gibi, hiçbir şerli ve zararlı varlık kendisine zarar veremez.

6.Lafza-i Celal ile devamlı olarak Allah’ı zikreden kişi, ululuk, azamet ve mehabet (saygı) kazanır. Herkes ona sevgi, saygı duyar, hürmet ve ikram eder; önemli ve sözü dinlenip tutulan kimselerden olur.

7.Allah ismini yazıp üzerinde taşıyan ve aynı za­manda miktarınca zikreden kimse, çok soğuk havalarda bile soğuktan müteessir olmaz.

8.Bir hastaya 200 (iki yüz) kere “Lâ ilâhe illâ hû” okunsa, eceli gelmemişse şifa bulur denilmiştir.

9.Her namazdan sonra 100 (yüz) kere Kelime-i Tevhidi: “Lâ İlâhe İllallah” okuyan kimse, gaflet, unut­kanlık ve kalp kasvetinden kurtulur. (Allah’ın İsimlerinin Sırları-Dr. Arif Aslan-Sena Yayınları)

Videolar: